Marvel Cinematic Universe Filmleri

Guardians of the Galaxy Vol. 2

Berk’in de daha önce AltEvren’de birkaç kez belirttiği üzere iyi bir sanat eseri hakkında yazmak, ortalama ya da kötü bir sanat eseri hakkında yazmaktan daha zor. Ortalama/kötü eserleri yermek, didik didik edip açığını bulmak oldukça kolay. İyiler hakkında genelde söylenebilecek şey, gidin okuyun, veya film örneğinde, gidin izleyin şeklinde oluyor. Benim de Guardians of the Galaxy 2 konusundaki düşüncem biraz bu yönde. Eğer ilk filmi sevdiyseniz, ikincisini de gayet beğeneceksiniz. Yine de, üzerinde biraz konuşmanın bir zararı yok. Bu incelemede, Iron Fist‘in aksine herhangi tek bir konuya odaklanmayıp genel olarak filmi yorumlayacağımdan buradan sonra spoiler’lara giriyorum.

İlk olarak şunu belirteyim, Baby Groot bu filmin yıldızı olmuş bana kalırsa.  Gelecek filmlerde Groot’u tekrar büyümüş olarak göreceğimizden, Vol 2.’nun en büyük artısı Baby Groot açısından münhasır olması. Mid-credit sahnesindeki “ergen Groot” bunun kanıtı. Film genel olarak inanılmaz komedi ağırlıklı fakat o sahnenin de beni bayağı güldürdüğünü belirtmeden geçmeyeyim. Baby Groot’la ilgili şöyle bir sıkıntım var: filmin trailer’ında en komik sahneleri koyduklarından komedik etkisi biraz azalmış. Sanırım bundan sonra hiç trailer izlemeden filmlere gitmem gerekiyor. Aynı sorundan daha önce de şikayet etmiştim. Yine de bana kalırsa filmin çoğunluğunu ele vermeden trailer yapmak da ayrı bir sanat ve istenirse gayet güzel yapılabilir. Buradan alınacak ders, özellikler MCU’da eğer filmin bir kısmından “bunu daha önce görmüştüm” hissi almak istemiyorsanız trailer’lardan uzak durun.

Biraz eleştirecek olursak filmin o ilk Guardians filminin yenilikçiliği, farklı bir şeyler yapma çabası çok fazla yok. Filmin dilinden biraz yararlanacak olursak daha “mixtape” tadında olmuş. James Gunn’ın bize burada mesajı “bu karakterleri seviyorsunuz, uzaydaki maceralarını seviyorsunuz, hadi bunları alalım, türlü türlü yeni maceralara sokalım. Arkasına da klasik şarkılardan oluşan yeni bir track dayayalım, alın size Vol 2.” şeklinde. Fakat bunu oldukça başarılı bir şekilde yaptığı için şikayet etmek çok zor. Seçilen müzikler müthiş, maceralar heyecan verici, görseller güzel, karakterizasyon harika, diyaloglar komik, yani ilk Guardians’da sevdiğiniz her şey burada da fazlasıyla mevcut, fakat artık yeni değil. Yani Marvel’ın ve Gunn’ın pek bir risk almadığı söylenebilir.

Karakterlere girecek olursak filmin bir artısı kadın karakterlerine ilk filme göre daha fazla diyalog vermesi. İlk filmde bence Gamora daha “sessiz suikastçi” tarzındaydı, bu filmde hem onun, hem de kadın karakterlerin kalanının (kardeşi Nebula, Mantis, Sovereign’in lideri Ayesha) oldukça doyurucu diyaloğu var. Yine Ayesha örneğinde, filmin post-credits sahnesi de MCU’da güçlü kadın karakterler açısından bir artı. Bu sahnede gördüğümüz üzere, Ayesha, Adam Warlock’u yaratıyor.

Çizgi romanlarda Adam Warlock ve Ayesha’da bariz bir Adem ve Havva göndermesi var. Adam ve Ayesha aynı zamanda Him ve Her ismiyle de biliniyor ve mükemmel olarak yaratılmış kozmik varlıklar olarak öne çıkıyorlar. Fakat Adem ve Havva efsanesinde olduğu gibi çizgi romanlarda da ilk yaratılan Adam Warlock. Guardians’da ise Marvel efsaneyi tersine çevirmiş ve Ayesha’nın Adam’ı yaratmasını sağlayarak onu daha güçlü konuma getirmiş gibi görünüyor. Bu da dediğim gibi, kadın karakterlerin güçlendirilmesi, öne çıkarılması ve erkek ağırlıklı çizgi roman filmlerinde kadınların da temsili açısından pozitif bir gelişme.

Bunun dışında “plot twist”lere biraz değinecek olursak James Gunn ilk filme eleştirilere cevap vermek için Yondu’yu harcamayı seçmiş. Hatırlarsanız ilk film “yahu bir ağaç karakterini bile tam öldüremiyorsunuz, o bile geri geldi” şeklinde eleştirilmişti. Burada Yondu o eleştiriye kurban gitti gibi görünüyor. Kendisinin ölümü oldukça dramatik olduğundan filme ufak bir ağırlık sağlamayı başarmış bana kalırsa. Yondu’nun yerine ise onun tayfasından Kraglin gelecek gibi görünüyor, ki filmde bu karakteri çok sempatik bulduğumdan iyi bir tercih sanırım.

Bir başka “plot twist” de Star-Lord’un babası “Ego the Living Planet”in filmin asıl düşmanı olarak ortaya çıkması. Burada Kurt Russel’a bir şapka çıkarmak lazım, kötülüğü sonradan ortaya çıkan bir şekilde yazılan Ego’yu inanılmaz canlandırmış. Filmi izlerken Star-Lord’la birlikte önce Ego’nun tuzağına düşüyorsunuz, sonra kendisinden nefret eder hale geliyorsunuz. Ego’nun bir Celestial olarak tanımlanması da kozmik MCU’ya ilginç bir katkı yapmış. Celestial’lar bildiğiniz üzere devasa uzay varlıkları fakat Ego’da gördüğümüz üzere insan formu da alabilecekler. Bu da başka aktörlerin de Celestial rollerine bürünmesine ön ayak olabilir.

Son sürpriz de Stan Lee/Watcher teorisinin film içinde resmi olarak da doğrulanması oldu. Böyle ufak tefek devamlılık sürprizleri MCU’yu güzel yapan yanlardan. Bunun bir başka güzel tarafı da Stan Lee MCU dışındaki Marvel filmlerinde de göründüğünden hepsini bir çeşit multiverse olarak düşünmeye, ya da MCU multiverse yönüne gidecekse megaverse olarak düşünmeye olanak vermesi.

Velhasıl, elimizde gayet güzel, pek risk almadan sizi eğlendirmeyi başaran bir film var. MCU’ya gayet güzel bir ekleme olmuş. İzlemediyseniz mutlaka tavsiye ediyorum.