FS - Genel Çizgi Roman Yazıları

FS 4: Stan Lee: Tanrı mı? Şeytan mı?

Formspring hesabımızı kapatmadan hemen önce gelen bir soruyu, biraz daha detaylı olarak cevaplayabilmek açısından kısa süreliğine cevapsız bırakmıştım. Şimdi, bu soruyu, FS yazı dizimizin dördüncü, ve belki de son yazısıyla cevaplıyoruz. Belki de son diyorum, çünkü Formspring olayı bitmiş olmasına rağmen, dolaylı olarak da olsa soru almaya devam ediyoruz – günün birinde iyi sorular gelirse bu yazı dizisi onları cevaplamak için kullanılabilir.

Cevaplayacağımız soruya dönelim. Formspring’den, 1 Aralık’ta, ismini paylaşmak istemeyen bir okuyucu tarafından sorulmuş:

Stan Lee Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?

Bu soru, aslında başlı başına “FS” yazı serisinde cevaplanması gereken bir soru değil. Yazının sonunda da görebileceğiniz gibi, benim Stan Lee hakkında düşündüklerim aslında birkaç cümleyle rahatlıkla özetlenebilir. Fakat, bu sorunun sorulmasının altında, muhtemelen daha derin bir anlamlar yatıyor. Bu da, Türk çizgi roman aleminde fazla bilinmeyen, es geçilen bir noktanın, “Stan Lee hakkındaki farklı görüşlerin” irdelenmesini gerektiriyor.

Birkaç hafta önce, Alan Moore’un Stan Lee’yi eleştirdiği bir toplantının haberini paylaşmıştım. Bu habere çeşitli tepkiler de geldi: Kimileri Stan Lee’nin bu şekilde eleştirilmesini ilginç bulurken, örneğin Emre’nin haberin altına yazdığı “Bitsin bu Lee’nin gereksiz yüceliği!” yorumu da gayet pozitif tepkiler aldı.

Bu yüzden, sorunun anlamını biraz değiştirmekle birlikte, uzun zamandır kafamda olan yarı-ciddi Stan Lee yazısını da aradan çıkartmak istiyorum: Zaten FS serimiz de temel olarak benim zaten yazmayı düşündüğüm şeylerin sorulmasıyla ortaya çıkıyor, bu açıdan problem yok.

Yazıyı, Stan Lee hakkında var olan üç temel görüşe ayıracağım. Bu görüşlerin benim için, ilginç noktası, Stan Lee’nin belli bir kesim tarafından tam anlamıyla bir tanrı gibi görünürken, bir başka kesim tarafından, çizgi roman dünyasının başına gelmiş en kötü şeylerden biri olarak algılanması.

Aynı adam hakkındaki görüşlerin bu derece farklı olmasının ilginçliği bir yana, aynı zamanda bu tarafların diğer fikirlerin varlığından bihaber olması, hatta yer yer, bunların gerçek bile olamayacağını düşünmesinin de, altı çizilmesi gereken durumlardan biri olduğunu düşünüyorum.

Stan Lee Hakkında Farklı Görüşler

Stan Lee hakkındaki görüşleri, bir doğru gibi düşünebilirsiniz.

Bu doğrunun en sol tarafında, çizgi romanı Marvel (ve belki DC) ile tanımış, bu yayınları okuyan insanlar bulunur. Bu insanlar için, Stan Lee tam anlamıyla bir tanrı, bugünkü çizgi roman endüstrisinin var olabilmesinin temel nedenidir. X-Men, Spider-Man, Daredevil, Fantastic Four, Hulk, Iron Man, Avengers… Daha ne olsun, bugün bilinen ne kadar karakter varsa bunları Stan Lee yaratmış, Marvel Evreni’nin temellerini atmış, koskoca bir şirketi yoktan var etmiştir.

Bu görüşü, daha somut bir şekilde anlamak isterseniz, sanırım günümüzde çizgi romanlardan çok daha popüler olan Big Bang Theory dizisinde, Stan Lee adı geçtiğinde çeşit çeşit tribe giren dört ana karakterimizi hatırlatmak faydalı olacaktır.

Bu tarz çizgi roman okuyucuları için Stan Lee kusursuzdur, belki tüm zamanların en iyi, en büyük çizgi roman yazarıdır. Bu durumda, böyle bir adamın eleştirilmesi, hor görülmesi de anlaşılmazdır. Stan Lee, başardıkları bu kadar ortadayken, nasıl çizgi roman için negatif bir figür olabilir ki? İnsanların bu kadar sevdiği, bu kadar saydığı, eğlenceli tavırlı Lee, nasıl gözüktüğü kadar iyi bir yazar olmayabilir?

Doğruda sağa doğru gitmeye başladıkça, ilk olarak Lee’nin aslında gözüktüğü kadar yaratıcı / etkili bir figür olmadığı gerçeği ile karşılaşmaya başlarsınız. Bu görüşü paylaşan insanlar, Stan Lee’nin sadece yarattıklarını bilmekle kalmazlar, aynı zamanda “nasıl” yarattığı konusunda da bir fikir sahibidirler.

Bunu açıklamak için, kısa bir ara verip, Stan Lee’nin bir çizgi roman karakterini nasıl yarattığına, ve ona bu derece büyük bir ün getiren çizgi romanlarını nasıl yazdığına bakmak gerekir.

Stan Lee, Marvel ile özdeşleşmiş onlarca karakterin yanı sıra, aynı zamanda çizgi roman yazımında “Marvel Metodu” olarak bilinen tarzın da yaratıcısıydı. Bu tarz, temel olarak şu şekilde işliyordu: Stan Lee, kafasında kurduğu bir senaryoyu, özet olarak bu serinin çizerine aktarıyordu. Bu çizerler de, çoğu zaman Jack Kirby ve Steve Ditko oluyordu.

Bu, yer yer telefon görüşmeleri, yer yer aşağı yukarı bir sayfalık bir özet, zaman zaman da tek bir cümle olabiliyordu. Bundan sonra, çizer, bu özetten yola çıkarak çizgi romanın yazısız bir versiyonunu hazırlıyordu. Bitmiş olan eser, boş “caption”ları ve konuşma balonlarıyla Lee’nin önüne gidiyor, Lee de bu boşlukları doldurarak çizgi romanı tamamlıyordu.

Buradaki problemi, insanların Lee’yi “eleştirme” ve haketmediği miktarda övgü almakla suçlama nedenini görebiliyor musunuz, bilmiyorum. Ama sonuç olarak mesele şuydu: Stan Lee, en iyi hikayelerinde bile, çizerlerine sadece basit bir çıkış noktası sunuyordu. Çoğu zaman birkaç paragrafı geçmeyen bu özetleri, daha sonra gerçek anlamıyla 20 – 30 küsür sayfa süren çizgi roman hikayelerine dönüştüren çizerler oluyordu. Evet, Lee daha sonra gelip diyalogları da tamamlıyordu ama – mesela bahsettiğimiz haberde Alan Moore’un dediğine göre – Kirby ve Ditko çoğu zaman bu diyaloglara da zaten basitçe bir şeyler karalıyorlardı – Lee’nin tek yapması gereken, bu ana hikaye akışını diyaloğa dökmek, ve çizerlerin diyaloglarını daha gösterişli bir hale sokarak okuyuculara aktarmaktı.

Üstelik, özellikle Kirby’nin, tüm zamanların en iyi çizerlerinden biri olmanın yanı sıra, son derece iyi bir yazar olabildiği gerçeği de düşünülünce, Lee’nin bu işlerden alması gereken övgünün aslında çok daha fazlasını aldığı makul bir sonuca dönüşüyor.

Jack Kirby

Burada, Jack Kirby’nin 1990 yılında verdiği bir röportajda, Stan Lee hakkında söylediklerinden bazı örnekler vermek, sanırım bu argümanı oldukça güçlendirecektir. Eğer röportajın tamamını okumak isterseniz, bu linke tıklayabilirsiniz, son derece uzun bir röportaj, ne yazık ki hepsini çevirmem imkansız. Fakat, konumuzla alakalı cümlelerden bazılarını (bunlar da oldukça fazla sayıda) aşağıda çevireceğim.

Stan Lee, Jack Kirby, Steve Ditko

GROTH: And you two collaborated on all the monster stories?

KIRBY: Stan Lee and I never collaborated on anything! I’ve never seen Stan Lee write anything. I used to write the stories just like I always did.

*

Groth (Soruyu soran kişi, Gary Groth): İkiniz bu canavar hikayelerinde de birlikte çalıştınız, değil mi?

Jack Kirby: Stan ve ben hiçbir şeyde birlikte çalışmadık! Stan Lee’nin hiçbir şey yazdığını görmedim, bu hikayeleri, her zaman yaptığım gibi, ben tek başıma yazardım.

*

GROTH: On all the monster stories it says “Stan Lee and Jack Kirby.” What did he do to warrant his name being on them?

KIRBY: Nothing! OK?

GROTH: Did he dialogue them?

KIRBY: No, I dialogued them. If Stan Lee ever got a thing dialogued, he would get it from someone working in the office. I would write out the whole story on the back of every page. I would write the dialogue on the back or a description of what was going on. Then Stan Lee would hand them to some guy and he would write in the dialogue. In this way Stan Lee made more pay than he did as an editor. This is the way Stan Lee became the writer. Besides collecting the editor’s pay, he collected writer’s pay. I’m not saying Stan Lee had a bad business head on. I think he took advantage of whoever was working for him.

*

Groth: Bütün canavar hikayelerinin başında “Stan Lee ve Jack Kirby” yazıyor. Peki Stan Lee bu hikayelerin başında isminin yazması için ne yaptı?

Kirby: Hiçbir şey! Tamam mı?

Groth: Diyalogları mı o yazardı?

Kirby: Hayır, diyalogları ben yazardım. Eğer Stan’in herhangi bir şeye diyalog yazması gerekse, bunu ofiste çalışan bir başkasına yaptırırdı. Ben hikayenin tamamını her sayfanın arkasına yazardım. Diyaloğu veya olmakta olan olayları burada belirtirdim. Daha sonra Stan Lee bunu birine verirdi ve o kişi diyalogları yerlerine yazardı. Bu şekilde Stan Lee editör olarak kazandığından çok daha fazla para kazandı. İşte Stan Lee böyle yazar oldu. Editör maaşı almanın yanı sıra, bir de yazar maaşı alırdı (…)

*

GROTH: Can you tell me give me your version of how The Fantastic Four came about? Did Stan go to you…?

KIRBY: No, Stan didn’t know what a mutation was. I was studying that kind of stuff all the time. I would spot it in the newspapers and science magazines. I still buy magazines that are fanciful. I don’t read as much science fiction as I did at that time. 1 was a student of science fiction and I began to make up my own story patterns, my own type of people. Stan Lee doesn’t think the way I do. Stan Lee doesn’t think of people when he thinks of [characters]. I think of [characters] as real people. If I drew a war story it would be two guys caught in the war. The Fantastic Four to me are people who were in a jam — suddenly you find yourself invisible, suddenly you find yourself flexible.

*

Groth: Bana Fantastic Four’un yaratılış sürecini kendi bakış açınızdan anlatır mısınız? Stan mi size geldi..?

Kirby: Hayır, Stan “mutasyon” nedir onu bile bilmezdi. Ben hep böyle şeyleri okurdum – gazeteleri ve bilim dergilerini. Hala böyle dergileri alıyorum. Eskisi kadar bilim kurgu okumuyorum, ama o dönemde bir bilim kurgu delisiydim ve kendi hikayelerimi yazmaya başlamıştım. Stan Lee benim gibi düşünmez. Stan Lee karakterleri düşünürken insanları aklına getirmez. Ben karakterlerimi gerçek insanlar gibi düşünüyorum. Eğer bir savaş hikayesi çizecek olsam, kendilerini bir savaş içinde bulmuş iki adamın hikayesini çizerim. Fantastic Four da benim için böyle bir durum – bir anda kendinizi görünmez, esnek olarak buluyorsunuz.

*

GROTH: Who came up with the name “Fantastic Four”?

KIRBY: I did. All right? I came up with all those names. I came up with Thor because I’ve always been a history buff. I know all about Thor and Balder and Mjolnir, the hammer. Nobody ever bothered with that stuff except me. I loved it in high school and I loved it in my pre-high school days. It was the thing that kept my mind off the general poverty in the area. When I went to school that’s what kept me in school — it wasn’t mathematics and it wasn’t geography; it was history.

GROTH: Stan says he conceptualized virtually everything in The Fantastic Four — that he came up with all the characters. And then he said that he wrote a detailed synopsis for Jack to follow.

ROZ KIRBY: I’ve never seen anything.

KIRBY: I’ve never seen it, and of course I would say that’s an outright lie.

 *

Groth: “Fantastic Four” adını kim buldu?

Kirby: Ben buldum. Bütün bu isimleri ben buluyordum. Thor’u yarattım, çünkü hep tarihe meraklı olmuştum – Thor ve Balder ve Mjolnir hakkında her şeyi biliyordum. Benden başka kimse böyle şeylerle uğraşmazdı. (…)

Groth: Stan, Fantastic Four’daki her şeyi kendisinin kurguladığını, tüm karakterleri kendisinin bulduğunu söylüyor. Ayrıca, Jack’in takip etmesi için detaylı bir özet yazdığını iddia ediyor.

Roz Kirby (Kirby’nin eşi): Ben hiç öyle bir şey görmedim.

Kirby: Ben de görmedim, ve tabi ki bunun düpedüz bir yalan olduğunu söyleyebilirim.

*

GROTH: There was a period between ’61 and ’63 when you were just drawing a tremendous number of books.

ROZ KIRBY: May I make one point? In all these years, when Jack was still creating things, Stan Lee hasn’t been creating things. When Jack left Stan, there wasn’t anything new created by Stan.

KIRBY: Yeah. Stan never created anything new after that. If he says he created things all that easily, what did he create after I left? That’s the point. Have they done anything new? He’ll probably tell you, “I didn’t have to.”

GROTH: Can I ask what your involvement in Spider-Man was?

KIRBY: I created Spider-Man. We decided to give it to Steve Ditko. I drew the first Spider-Man cover. I created the character. I created the costume. I created all those books, but I couldn’t do them all. We decided to give the book to Steve Ditko who was the right man for the job. He did a wonderful job on that.

 Groth: 61 ile 63 arasında inanılmaz sayıda çizgi roman çizdiğiniz bir dönem vardı.

Roz Kirby: Araya girebilir miyim? Bütün bu yıllar boyunca, Jack bunları yaratırken [Jack Kirby’nin Marvel’dan ayrıldığı 70 sonrası dönemi kastediyor] Stan Lee hiçbir şey yaratmıyordu. Jack Stan’den ayrıldığında, Stan’in yarattığı yeni bir şey hiç ortaya çıkmadı.

Kirby: Evet, Stan bundan sonra hiçbir şey yaratamadı. Eğer bunları kolayca yarattığını söylüyorsa, ben gittikten sonra ne yarattı? Olay burada. Benden sonra yeni bir şeyler yaptı mı? Size muhtemelen “Yapmama gerek yoktu” diyecektir.

Groth: Spider-Man’le alakanızın ne olduğunu sorabilir miyim?

Kirby: Spider-Man’ı ben yarattım. Onu Steve Ditko’ya vermeye karar verdik. İlk Spider-Man kapağını ben çizdim. Karakteri ben yarattım. Kostümü ben yarattım. Bütün o dergileri ben yaratıyordum, fakat hepsini yapacak vaktim yoktu. Spider-Man’ı bu iş için doğru isim olan Steve Ditko’ya vermeye karar verdik. O da harika bir iş çıkardı.

*

 Ditko hakkında da, Lee’nin kendi ağızıyla söylediği şu cümleler, aynı mesajı verir nitelikte:

“I’d dream up odd fantasy tales with an O. Henry type twist ending. All I had to do was give Steve a one-line description of the plot and he’d be off and running. He’d take those skeleton outlines I had given him and turn them into classic little works of art that ended up being far cooler than I had any right to expect.”

“O. Henry tarzı şaşırtıcı sonlarla biten garip fantastik hikayeler düşünürdüm. Tek yapmam gereken, Steve’e [Ditko] bu hikayenin tek cümlelik bir tanımını vermek olurdu. Daha sonra, o bu iskelet halindeki taslağı alır ve benim hayal edemeyeceğim kadar iyi olan küçük, klasik sanat eserlerine dönüştürürdü.

Kısacası, doğrunun en sol tarafından, yani Stan Lee’yi, sadece yarattığı onlarca karakter için seven insanlar tarafından, sağa doğru ilerlemeye başlayınca, karşımıza çıkan görüş, “Lee’nin aslında çizgi roman yazarı olarak o kadar da fazla bir şey yapmadığı, asıl işi çizerleri Ditko ve Kirby’nin üstlendiği” yönünde bir görüş oluyor. Sağa doğru gitmeye devam ettikçe, Lee’nin katkısı düşüyor, çizerlerinki artıyor. Bu bakımdan düşünüldüğünde, Alan Moore’un Stan Lee’ye bakış açısı olarak, doğrunun sağlarında bulunduğunu söylemek mümkün.

Stan Lee’nin Konumu

Burada, bir alt parantez açarak şu soruyu sormak gerekiyor. Madem Stan Lee böyle bir metod kullanıyordu ve biz bugün bunu bilebiliyoruz, nasıl oldu da önce Marvel, ve daha sonra bütün “geek” dünyası içinde bugünkü konumuna geldi?

1 – Birincisi, Stan Lee’nin ismi, kullandığı metoda rağmen çıkan her popüler Marvel dergisinde “yazar” olarak görülüyordu. Dolayısıyla, böyle detaylara dikkat eden bir okuyucuysanız, Lee’nin Marvel’ın yaptığı her işin arkasındaki temel mimar olduğunu düşünmemeniz neredeyse imkansızdı. Bu doğrultuda, insanlar Marvel ile ilgili daha detaylı bilgi almak istediklerinde, hemen Lee’nin adını görüyorlar, Kirby ve Ditko gibi isimler, “Lee’nin dehasını” çizmek için tutulmuş basit çizerlerin ötesine geçemiyorlardı.

2 – Bunun ötesinde, Lee’nin yukarıda detaylı bir şekilde anlatmaya çalıştığım “yaratım süreci”, o günlerde yaygın olarak bilinmiyordu. Bu metotlar, sonraki yıllarda, çizgi roman kendi içinde biraz daha ciddiye alınmaya başlayan bir sanat dalı oldukça açıklanmaya ve ilgi görmeye başladı. O yüzden, 60 ve 70’lerde, Stan Lee’nin yaratım sürecinde belki de ikinci planda kalan bir isim olduğunun bilinmesi gibi bir ihtimal pek yoktu.

3 – Her şeye rağmen, Stan Lee Marvel’ın altın çocuğuydu. Kirby ve Ditko ilerleyen yıllarda şirketten ayrıldığında, Stan Lee Marvel’da kalmış, şirketin editörlüğünü üstlenmiş, şirketle özdeşleşmişti. Aynı zamanda, Marvel’ın başkanı Martin Goodman’ın da akrabası olan Lee, biraz da bu “torpili” sayesinde şirketin değişmez isimlerinden biri olmuş, Kirby ve Ditko ile başardıklarından sonra, şirketteki konumunu, her çizgi romanı “Stan Lee Presents…” girişi ile başlatabilecek kadar kesin ve net bir hale gelmişti.

4- Dördüncüsü, ve belki de en önemlisi, Stan Lee bugün olduğu gibi, o gün de popüler ve “popülist” bir adamdı. Jack Kirby ve özellikle içine kapanık olmasıyla bilinen Steve Ditko’nun aksine, Stan sık sık “fan”larla yazışır, fuarlara katılır, çizgi film ve filmlerde oynar, sık sık Marvel’ın “yüzü” olduğunu insanlara hatırlatırdı; bunu yapmaya bugün de devam ediyor.

Bu, yaşadığımız dünyanın bir gerçeği. Bir konuda iyi olmak, eğer kendinizi pazarlayamıyorsanız, çoğu zaman yeterli olmuyor. Edison, bu yüzden Tesla’dan çok daha başarılı, zengin ve ünlü oldu. Bu yüzden, Steve Jobs öldüğünde bütün dünya ayağa kalktı, ama Dennis Ritchie öldüğünde çok az insanın ruhu duydu. Stan Lee’nin, kendisiyle birlikte çalışan çizerlere göre avantajı buydu.

Yazının akışında ekleyecek bir nokta bulamadığım, fakat akılda tutulması gereken bir önemli nokta da, bunca çizgi romanı ve tanıdık karakteri Stan Lee’nin yaratmış olmasının, karakterlerin başarısının tamamen ona (veya, yukarıdaki bilgiler doğrultusunda, yaratan artık her kimse, ona) ait olduğu anlamına gelmediği gerçeği.

Örneğin, Daredevil karakterini Stan Lee yaratmıştı, fakat, Daredevil Lee döneminde hiçbir zaman fazla popüler olmadı. Karakterin asıl çıkışı, Frank Miller’ın olaya dahil olmasıyla gerçekleşmişti. Lee’nin belki de en önemli iki işinden biri olan X-Men, kendi döneminde bir başarısızlıktı – X-Men’in bugünkü haline gelişi, 1975’de Len Wein tarafından yazılan Giant Size X-Men # 1 ile başlamış, Chris Claremont’un yazarlığı döneminde artmıştı. Bunlar da, Lee’yi değerlendirirken, akılda tutulması gereken bazı bilgiler.

Hayali doğrumuzda, Stan Lee’nin bir tanrı olduğu sol taraftan, sağa doğru hareket ettiğimizde, Stan hakkındaki ikinci tür görüşü, Lee’nin aslında görüldüğü kadar başarılı ve önemli bir yazar olmadığı görüşünü gördüğümüz, yukarıdaki bilgilerden sonra aşikar olmalı.

Alan Moore’un, Jack Kirby’nin, Stan Lee’nin kendi sözleriyle anlatmak istediğim, Marvel metodunu göstererek vurgulamak istediğim gibi, bu hayali doğrumuzun ortasında tek bir Stan Lee görüşü olmadığı unutulmamalı. Kimisi, Alan Moore gibi, Lee’nin yaratı sürecine hiç katkı yapmadığını düşünürken, başkaları, sadece bugün aldığı kadar övgü almaması gerektiğini düşünebilir. Dolayısıyla, doğrunun solundaki ve sağındaki fikirler arasını homojen bir görüş olarak düşünmemek gerekiyor.

Bunu vurguladıktan sonra, şunu sormak lazım: Peki doğrunun sağında ne var?

Stan Lee Nefreti

Sağdaki durumu açıklamak için, komik bir Douglas Adams alıntısı kullanayım:

Man has always assumed that he was more intelligent than dolphins because he had achieved so much…the wheel, New York, wars and so on…while all the dolphins had ever done was muck about in the water having a good time. But conversely, the dolphins had always believed that they were far more intelligent than man…for precisely the same reason.

“İnsanoğlu, başardıklarından dolayı, hep yunuslardan daha zeki olduğunu düşünmüştü… Tekerlek, New York, savaşlar ve çok daha fazlası… Oysa, yunuslar bu sırada sadece denizde vakit öldürerek hoş zaman geçiriyorlardı. Aynı şekilde, yunuslar da her zaman insanlardan daha zeki olduklarına inanmışlardı – tamamen aynı sebepten ötürü.”

Hayali doğrumuzun en sağındaki Stan Lee görüşü de, bu Adams örneğindeki gibi bir durum. Nasıl ki en soldaki okurlar, yani Marvel – DC hayranı “geek”ler, “Stan Lee’nin sadece Stan Lee olduğu için” takdire şayan bir insan olduğunu düşünüyorsa, doğrunun en sağındaki okurlar da, “Stan Lee’nin sadece Stan Lee olmasını” ondan nefret etmek için yeterli bir sebep olarak görüyorlar.

Bu, büyük ölçüde, Stan Lee’nin 1960’lardaki süper kahraman rönesansıyla, Amerika’da – ve büyük ölçüde Dünya’da – çizgi romanları süper kahramanlarla neredeyse eş anlamlı hale getirmesi ve dolayısıyla, daha entelektüel, daha sanatsal çizgi romanların, hep arka planda kalması ile ilgili bir durum. Lee’nin, süper kahraman türünü getirdiği noktayla, Amerikan çizgi romanını hiçbir zaman gerçek anlamda “saygı görmeyecek” bir tür olmaya mahkum ettiğini düşünen “entelektüel” çizgi roman okurları, zaman zaman, Stan Lee’nin çizgi romanın başına gelmiş en kötü ikinci insan (çizgi romanların sansürlenmesini şiddetle savunan psikolog Frederic Wertham’dan sonra) olmakla bile suçluyor.

Sorunun Cevabı

Bu Stan Lee yazısı, sadece “FS” yazı serinin bir parçası olamayacak, başlı başına bir özel dosya olacak kadar uzadı, fakat elbette başta sorulan soruya cevap vermek de boynumun borcu. Eğer yazının tamamını okuduysanız, en azından Stan Lee ile ilgili objektif bir arka planınız olduğunu düşündüğümden, benim için artık bu soruyu cevaplamak daha kolay.

Söyleyebileceğim en kesin nokta, Stan Lee ile ilgili çizdiğimiz hayali doğrumuzda, iki ekstrem uçta olmadığım. Stan Lee’nin Marvel’ın yaratılışının tek sorumlusu olan bir tanrı olarak görülmesi fikri benim için doğru değil – ama aynı şekilde, onu Amerikan Çizgi romanının bugünkü “süper kahraman konsepti etrafında endüstrileşmiş hali”nin tek sebebi olarak görmek de yanlış. Amerikan Çizgi Romanları’nın bütün bir gelişimini bir adama bağlamak (bu Wertham da olsa, Stan Lee de olsa) bence çok ciddi bir iddia olur.

Çizgi romanlar Lee’den önce de hor görülüyordu, Lee’den önce de endüstrileşiyordu. Bunu bir noktadan sonra “başarıyla” yaptığı için, tüm yükü Stan Lee üzerine atmak mümkün değil. Çizgi romanların süper kahraman konsepti etrafında gelişen bir “mainstream”e sahip olmasının da kötü bir şey olup olmadığı, son derece tartışılabilir bir konu – ben bunları okumaktan hala keyif alıyorum.

Bu yüzden, doğrunun ortalarında bir yerlerde olduğum söylenebilir. Jack Kirby’nin yukarıda verdiğim röportajını okursanız, o röportajda Kirby’nin yer yer agresif, yer yer yaşlılığa yenik düşmüş bir adam portresi çizdiğini görebilirsiniz. Her açıdan, Jack Kirby’ye Stan Lee’den daha fazla saygı duyuyorum, fakat bu röportajdaki her şeyin doğru olduğunu (Spider-Man’deki tüm krediyi üstüne almasını, Lee’nin hiçbir şey yapmadığını iddia etmesini) fazla gerçekçi bulmuyorum. Bunlar, muhtemelen geçmişine hayal kırıklığı ile bakan yorgun bir adamın cümleleri.

Benim şahsi görüşüm, her şeye rağmen bu çizgi romanlarda belli bir ortaklık olduğu yönünde. Fakat, Jack Kirby – Steve Ditko ikilisinin, karakterlerin yaratılış ve yazılış süreçlerinde Lee’den daha fazla övgü hakettiklerini düşünüyorum. Bu iki isimden sonra Stan Lee’nin çizgi roman içinde kayda değer bir başarısı olmaması da, sanırım bu görüşü biraz da olsa destekler nitelikte.

Stan Lee, yazının başında söylendiği gibi, Kirby ve Ditko’nun başarılarından beslenen bir “şeytan” mı? Açıkçası bu kadar ileri de gitmem, sonuçta Marvel Evreni dediğimiz şeyin bugüne gelmesinde mutlaka payı olan, ve önüne gelmiş popülarite fırsatını son derece iyi kullanmış, Marvel’la eş anlamlı hale gelmiş bir adam. Bunu yapmasında da, yani eline geçen fırsatı iyi kullanmasında da, yanlış bir şey olduğunu düşünmüyorum.

Buna karşın, biraz daha “çizgi roman” odaklı bir bakış açısından, Alan Moore ile benzer fikirlerdeyim. Stan Lee, eğer böyle bu şekilde tanımlanması gereken biri varsa bile, çizgi roman yazarlığının “büyük idolü” olarak görülmemeli. Eğer böyle görülmesi gereken birini arıyorsanız, bu paragrafın ilk satırındaki isim, çok daha gerçekçi bir aday olacaktır.