Farklı Tatlar

Dare to Disappoint

daretodisappointkapak

Yaklaşık iki hafta önce Farrar Strauss Giroux tarafından yayınlanan Dare to Disappoint, Türkiye’de – benzer çizgi romanlara göre – ciddi anlamda ilgi çeken bir eser oldu. Bunun temel nedeni de, elbette, çizgi romanın Amerika’da Northwestern University’de bir akademisyen olan Özge Samancı tarafından yazılıp çizilmiş olmasıydı.

Tam olarak Dare to Disappoint – Growing Up in Turkey gibi bir başlıkla piyasaya sürülen çizgi roman, muhtemelen sanatçının 80’li – 90’lı yıllarda İzmir ve İstanbul’da geçen çocukluğunu ve gençliğini anlattığı için bu kadar ilgi çekti. Ben de, biraz daha farklı bir bakış açısından yaklaşıp, Dare to Disappoint‘i – elimden geldiği kadar – bir çizgi roman olarak incelemeye çalıştım.

Bu bağlamda, okuyacağınız yazının üç bölümden oluştuğunu söyleyebilirim. Çizgi romanın konusuna ve bu konu hakkındaki fkirlerime yer verdiğim ilk bölümü fazla uzun tutmak istemedim, zira ülkemizde bir şeyler okuyan neredeyse herkesin ilgisini çekecek konular oldukları için, bunların başka adreslerde uzun uzadıya inceleneceğine eminim. Daha kapsamlı yazmaya çalıştığım ikinci ve üçüncü bölümlerde ise, Dare to Disappoint‘i çizgi roman sanatı içinde nasıl konumlandırabileceğimizi, ve bir çizgi roman olarak, ne gibi teknik açılardan tartışabileceğimizi görmeyi denedim.

Dare to Disappoint’in Konusu

Bu kısmı fazla detaylı tutmak gibi bir niyetim olmasa da, eserin konusu hakkında – yüzeysel de olsa – biraz bilgi vermenin gerekli olduğunu düşünüyorum.

Çok temel olarak, Dare to Disappoint, Özge Samancı’nın kendi hayatının ilk yıllarından kesitler sunduğu, otobiyografik bir çizgi roman olarak tanımlanabilir. İzmir’de doğup büyüyen, lise ve üniversite yıllarında aralıklı olarak İstanbul’da yaşayan Samancı’nın hikayesi, günümüzde hala devam eden bir aile ve toplum baskısı karşısında, kendi kimliğini bulmaya çalışan genç bir kadının hikayesi aslında.

Bunun içinde – muhtemelen hepimizin hayatında bir noktada karşılaştığı – “Ben sana yapma demiyorum, hobi olarak yine yaparsın” cümlelerinden, para ve statü kazandırmayacağı için ciddiye bile alınmayan onlarca makul uğraşa, kabul edilebilecek meslek gruplarının “doktorluk, avukatlık ve mühendislik” üçgenini aşmamasından, fen liseleri, dershaneler ve amansız test çözme seanslarına, Türkiye’de genç olmayı tanımlayacak kadar ön planda olan pek çok farklı örnek de yer alıyor.

Elbette, bütün bunların boş bir arka plan üzerine inşa edildiği de düşünülmemeli. “Hikayenin” geçtiği dönemden pek çok unsurun çizgi romanda kendisine yer buluyor olması, Dare to Disappoint‘e kayda değer bir nostaljik boyut da kazandırıyor. Bakkaldan alınabilecek her üründen sadece bir marka olduğu günler, tek kanallı televizyon, heyecanla karşılanan cırt cırt’lı Nike ayakkabılar ve Commodore 64’ler, okullarda oynanan piyesler, ciddi paralar verilip yalnızca bir kutu alınabilen Corn Flakes ve benzeri mısır gevrekleri, yayınlanmaya başladığı anda hayatı durduran Dallas…

Bütün bunlar, kitabın asıl hedef kitlesi olan Amerikalı okurlara Türkiye’deki yaşamı gösterirken, ikincil bir hedef kitle olarak bizlere de eskiyi hatırlama fırsatı sunuyor. Çocukluğu doksanlarda geçmiş biri olarak, ben bile bu göndermelerin çoğunu gülümseyerek okuyorsam, Özge Samancı ile aynı nesle ait olanların nasıl bir keyif alacağını düşünmek pek zor değil.

daretodisappoint1

Bu konudaki tek endişem, Türkiye’de daha yaygın hale geldiğinde, belki Türkçe olarak yayınlandığında, kitabın sadece bir nostalji eseri olarak ele alınması. Dare to Disappoint‘in Türkiye’deki yaşam tarzını Amerikalı okur kitlesine aktarabilmek için kullandığı bu detaylar, son dönemlerin popüler sosyal medya başlıklarından “90’larda Çocuk Olanların Hatırlayacağı 25 Şey”, “Sadece 80’lerde Büyüyenlerin Bildiği 32 Obje”, veya tamamen dürüst olmak gerekirse, “Bunları Bilen Liseli Değildir!” gibi garip liste mantıklarıyla paralel olarak görülebilecek öğeler, dolayısıyla eserin sadece eski okul önlüklerini ve Atatürk çizmeye yarayan cetvelleri yad etmek amacıyla üstünkörü okunabilmesi bence ciddi bir ihtimal.

Eh, böyle bir okumanın kimseye zararı olmayacağı da aşikar, ama Dare to Disappoint bundan çok daha fazlasını içeren bir çizgi roman. Bu nostaljik detayları kapsayan hikaye, çok ciddi ve içten bir kendini arama hikayesi (daha teknik ve edebi bir kavramla, iyi bir bildungsroman örneği) olarak gösterilebilecek, Türkiye’nin sosyal ve kültürel hayatı hakkında önemli gözlemler / eleştiriler içeren, hatta bunları, dozu ve sunuluşu bence mükemmel ayarlanmış politik ve ideolojik görüşlerle de birleştiren, çok sağlam bir anlatı. Bütün bunların, basit nostalki uğruna gözden kaçırılması, bence önemli bir kayıp olarak görülmeli.

Dare to Disappoint’i Konumlandırmak

Elbette, Dare to Disappoint‘i (en azından benim için) kayda değer yapan temel nokta tüm bunların ötesinde, bir çizgi roman olarak özelliklerinde yatıyor.

Dürüst konuşmak gerekirse, Dare to Disappoint gibi bir eseri çizgi roman kültürü içinde konumlandırmak pek zor değil. Otobiyografik çizgi romanlar, hem Amerika Birleşik Devletleri’nin bağımsız çizgi roman kültürü içinde, hem de genel olarak dünya çizgi romanında sık karşımıza çıkan örnekler. Bunun içinde Will Eisner’den Harvey Pekar’a, Keiji Nakazava’dan Art Spiegelman’a, Alison Bechdel’den David B.’ye kadar uzanan sanatçıların işleri var. Dolayısıyla Özge Samancı’nın yaptığı, bu çizgi roman kültürüne hakim olan bir okur için çok farklı, çok anormal bir durum değil. Kendi hayatını veya hayatından bir kesiti çizgi roman yoluyla okurlarla paylaşmak, çizgi romanın yaygın ve kabul gören türlerinden bir tanesi.

Tabi çerçeveyi biraz daha daraltıp Dare to Disappoint‘i daha benzer eserlerle karşılaştırmak mümkün. Özellikle son yıllarda, Avrupa ve ABD dışından gelen, fakat bu kültürlerin stilleri ve dilleri içinde çizgi romanlar üreten çeşitli sanatçılar da var. Bunlardan belki de en önemlisi, Persepolis ile dünya çapında üne kavuşan Marjane Satrapi. Başarılı bir örnek olarak öne sürülebilecek bir diğeri, Zeina Abirached’in – Türkiye’de Sırtlan Kitap tarafından yayınlanan – Kırlangıç Oyunu isimli eseri.

daretodisappoint3

Bu noktada, eserin benzersiz olduğu bir açının, spesifik olarak Türkiye’yi batılı okurlara anlatan bir çizgi roman olmasından kaynaklandığı söylenebilir – fakat bunun da ne derece doğru olacağı tartışılabilir. Türkiye içinde üretilen çizgi roman sayısı artsa da, bunun yurt dışında ne kadar fark edildiği büyük bir soru işareti olmakla beraber, doğrudan İngilizce eser üreten ve bu eserleri bilinçli olarak batılı okurlara yönelik hazırlayan Beldan Sezen gibi sanatçılar mevcut.

Dolayısıyla Özge Samancı’nın eserinin iki amacı (kendi hayatından bir bölümü anlatmak ve kendi ülkesindeki hayatı batılı okurlara hitap edecek şekilde anlatmak) aslında çizgi roman kültürü içinde yaygın olarak bilinen bir geleneğin bir parçası olarak görülmeli. 

Bir Çizgi Roman Olarak…

Bu da bizi yazının üçüncü kısmına getiriyor. Bana kalırsa, Dare to Disappoint‘in en ilgi çekici yanlarından bir tanesi, Özge Samancı’nın hikayesinden ziyade, bu hikayeyi okuyucuya sunarken kullandığı görsel anlatı.

Bu muhtemelen, Özge Samancı’nın muhtemelen çizgi roman mecrasını çok iyi tanıyan bir sanatçı olmasından kaynaklanıyor. Sayfalardaki panelsiz, akıcı ve rahat üsluba baktığınız zaman, bunun modern, bağımsız çizgi romanlarda artık yaygın olarak kullanılmaya başlayan bir anlatı yöntemi olduğunu fark ediyorsunuz — ki bu da, ancak çizgi romanı geleneksel panel yapılarını iyi tanıyan, ve bunların modern sanatçılar tarafından nasıl farklı şekillerde yorumlanabileceğine / esnetilebileceğine hakim olan bir sanatçı tarafından yaratılabilecek bir görsellik.

daretodisappoint5

Yazı boyunca kullandığım örneklerde de görebileceğiniz bu üslubun çeşitli avantajları var. Panel çizgilerini ortadan kaldırdığınız zaman, aslında elinizde kalan çizgi roman sayfası beyaz, boş bir tuval işlevini kazanıyor. Bazı sanatçılar, panel çizgilerini kaldırdıktan sonra, “ima edilen paneller” vasıtasıyla yine büyük ölçüde geleneksel bir çizgi roman anlatısı kullanmayı tercih ederken (Pascal Girard, iyi bir örnek olabilir) bazıları, Özge Samancı gibi, sayfaları daha özgürce, daha farklı anlatı yöntemleri kullanarak, okuyucuya farklı bilgiler vererek, daha serbest, daha akıcı ve daha esnek üretimlere yönelmeyi tercih ediyorlar.

Ki, düşündüğünüz zaman, çizgi roman mecrasının diğer mecralara göre en büyük avantajlarından bir tanesi de bu. Vermek istediğiniz bilgileri ve aktarmak istediğiniz hikayeyi, sadece yazıyla aktaramayacağınız durumlarda, görselliğin tam olarak kafanızdaki şeyi okuyucunuza iletmek için kullanılması çok önemli bir durum, ve panel mantığı ile sınırlanmamış bir çizgi roman bunu yapmak için ideal bir mecra.

Tabi, yukarıda dediğimi biraz gözden geçirecek olursam, Özge Samancı’yı sadece “modern çizgi romanı iyi tanıyan” birisi olarak sınıflandırmak da pek yeterli değil. Northwestern University’nin internet sitesindeki sayfası, kendisinin ilgi alanlarını şu şekilde listelemiş:

“Her areas of interest include interactive art, interactive narrative, interaction design, full-body interaction, comics and graphic novels, digital-interactive media theory, and location-based art.”

Burada okunması gereken iki önemli mesaj var. Birincisi, Özge Samancı sadece bir çizgi roman okuru değil, bu kavramla akademik düzeyde, profesyonel olarak ilgilenen birisi. İkincisi – ve belki daha önemlisi – kendisi hayatını görsel anlatıların, yeni anlatı ve sanat türlerinin, “interactive” sanat ve anlatı yöntemlerinin işleyişini, detaylarını ve kullanımlarını araştırarak ve anlatarak kazanan birisi. Böyle bir arka planın, bir çizgi roman üretiminde ne kadar etkili olacağını görmek şüphesiz zor değil.

Nitekim, ortaya çıkan eserin görsel anlatı kalitesi de bu durumla paralel: çizgi roman anlatılarını, mantğını ve teorilerini, bir çizgi roman üretecek kadar iyi bilmekle, bu anlatıları, mantığı ve teoriyi esnetecek, yenilik getirecek kadar iyi  bilmek arasında ciddi bir fark var. Özge Samancı’nın yer yer – internette infografik olarak popüler hale gelen – bilgi verici görselleri hatırlatan kullanımları, yer yer çizgi roman sanatı içinde görmeye hiç alışık olmadığımız öğeleri (örneğin, gerçek objeleri kullanarak hazırladığı kolajları) hikayeye dahil etmesi, yer yer de Türk kültürünü ve bu kültür içinde kendi varolma çabasını okuyucuya daha iyi anlatabilmek için; çevirilerden ek notlara, paranın durumundan okul tranksriptlerine çeşitli farklı görseller kullanması, Dare to Disappoint’i bence oldukça önemli bir eser haline getiriyor.

daretodisappoint6

Biraz ironik olabilecek bir şekilde bitirmek istiyorum.

Yukarıda bahsettiğim şeylerin pek çoğu; karışık, anlaşılmaz, yabancı kavramlar gibi görülebilir. Fakat bütün bunların temelinde, aslında bir mecrayı en etkili şekilde kullanmak, yani üretilen eserin, okuyucu tarafından en kolay, en rahat şekilde anlaşılmasını sağlamak yatıyor. Bir esere “çizgi roman bakış açısından” bakıp, çeşitli öğeleri birbirinden ayırarak analiz ettiğinizde ortaya biraz karışık bir durum çıkabiliyor. Fakat önemli olan, eserin kendisi — ve eserde göreceğiniz şey, aslında kolaylıkla anlaşılabilen, rahatlıkla okunabilen akıcı, etkili ve – tabi eserin ana hedef kitlesi için – oldukça bilgilendirici bir görsel anlatı.

Bu bağlamda – eğer bu kavram herhangi bir şey ifade ediyorsa – Dare to Disappoint son derece başarılı bir “grafik roman”.

Hikayenin konusuna ve – pek çok insanın kafasını karıştırdığına tanık olduğum başlığına – dönecek olursak, Dare to Disappoint‘in hedef kitlesi ve mesajı aslında çok saklı bir mesaj değil. “Dare to Disappoint”, “Hayal Kırıklığına Uğratmaktan Korkma”, “Hayal Kırıklığına Uğratmaya Cesaret Et” gibi bir başlık, Özge Samancı’nın Türkiye’deki gençlere verdiği bir mesaj aslında. İnsanların, kendilerini doktor, mühendis, avukat olmak zorunda hissetmemeleri, istemedikleri bir okula girmek için dershanelerde saatlerce test çözmemeleri, ailelerini, akrabalarını, toplumu “hayal kırıklığına uğratmaktan korkmamaları” gerekiyor.

Ama benimki gibi, çizgi roman ağırlıklı bir bakış açısından da, okunabilecek ufak bir mesaj var: Bir çizgi roman, bir grafik roman, işte böyle üretilmeli. Yeniliğe, modern akımlara, farklılıklara açık olunmalı; ve işe yarayacağı durumlarda, çizgi romanın bilinen kurallarının sınırlarını esnetmeye cesaret edilmeli.

Özellikle bu açıdan, Dare to Disappoint Türkiye’den bir sanatçının elinden çıkmış en başarılı çizgi romanlardan bir tanesi.

daretodisappoint4

Özge Samancı’nın, www.ordinarycomics.com adresinde kısa çalışmalarından örnekler sunduğu bir internet sitesi de var. Sanatçının çalışmalarından farklı örnekler görmek için bu adresi de ziyaret edebilrisiniz. 

Özetle...
[columns size="1/3" last="false"]

Harika

Dare to Disappoint yalnızca Türkiye'yi anlattığı için değil, çizgi roman olarak da kayda değer bir eser. 

[/columns] [columns size="2/3" last="true"] Sevebilirsiniz...

Özellikle 80'lerde ve 90'larda Türkiye'deki hayata yönelik bir şeyler okumak istiyorsanız

Modern çizgi romanların anlatı üsluplarına karşı özel bir ilginiz varsa

Persepolis, Kırlangıç Oyunu gibi eserleri okuyup bunlardan keyif aldıysanız


Sevmeyebilirsiniz...

Aksiyon odaklı, daha "olağanüstü" konularla ilgilenen bir çizgi roman arıyorsanız

Yazarların kendi hayatlarından bahsettiği, kendi geçmişlerini anlattığı otobiyografik eserlerden hoşlanmıyorsanız

  [/columns]
İnceleme sistemimiz hakkında daha fazlası için tıklayın!