Özel Dosyalar

Çizgi Roman ve Postmodernizm

 

AltEvren’de ve AltEvren Gurme’de yazdığım yazılardan rastgele okurken, “postmodernizm” ve benzeri kavramları (“Yazarın postmodern arayışları, Eser, postmodern bir son ile bitiyor”, vesaire) çok sık kullandığımı fark ettim. Edebiyat ile ilgilenen ve çizgi romanı da bir sanat dalı olarak gören okuyucularımızdan bir bölümünün bu kavramlara aşina olacağını tahmin ediyorum. Fakat, bu kavramın ne demek olduğunu ve/veya, çizgi romana nasıl “uygulandığını” bilmeyen okuyucularımız da olabilir.

O yüzden, bu yazıda elimden geldiğince postmodernizmin ne demek olduğunu anlatmaya, göstermeye, ve çizgi romanlara nasıl yansıdığını anlatmaya çalışacağım.

Ama korkmayın! Elimizdeki konunun bu doğrultudaki potansiyeline rağmen, sitemizdeki diğer yazılara nazaran çok daha resimli, çok daha eğlenceli bir yazı olacak bu. O yüzden hemen gitmeyin, hele bir “devamını oku”ya tıklayın!

Devam ediyor musunuz? Belki de Facebook’tan veya başka bir yerden doğrudan link vererek sizi tam makaleyi okumak yönünde kandırmış olabilirim, her ihtimalde bence okumaya devam edin.

Şimdi, okumaya devam ettiğinize göre size ufak bir itirafta bulunayım. Yazı aslında o kadar da eğlenceli başlamayacak – sonuçta bir şeyleri okumak, anlamak gereki– Hayır! Sakın kapatmayın. Durun!

Bakın! Deadpool:

Evet. Gördüğünüz gibi yazı gayet eğlenceli!

Şimdi esprileri bir kenara bırakalım ve yavaş yavaş konumuza girelim.

Önce şu konuyu aradan çıkartayım. Muhtemelen ülkemizde ciddi bir bilgi – entelektüel olay (“Entel dantel konuşma!”) düşmanlığı olduğundan, böyle bir çabaya girişmem, “Postmodernizm”i açıklamaya çalışmam bir ukalalık olarak algılanabilir. Ne demek istediğimi, daha önce bu kavrama en çok yoğunlaştığım “Before Watchmen ve Watchmen” özel dosyasının altına gelen saçma sapan yorumdan da görebilirsiniz.

Birincisi, bu konuda yazmanın bir ukalalık gerekçesi olduğuna inanmıyorum. Bir insan günde beş saatini arabalara ayırırsa, arabalardan çok iyi anlar; futbola ayırırsa deli gibi futbol bilir, okumaya – yazmaya ayırırsa da bu konularda bilgi sahibi olur. Ben bunların birbirinden üstün, birbirinden önemli şeyler olduğunu düşünmüyorum, sonuç olarak hepsi keyif almak için yapılan hobiler. Bu nedenle, “Ahah, bakın nasıl da postmodernim” falan gibi bir ukalalık amacım yok – bunu bilmek övünülecek bir şey olmadığı gibi, bana sorarsanız bilmemek de hiç kimseye hiçbir şey kaybettirmez.

İkincisi, bunlar ukalalık meseleleri olabilecek olsalar bile, ben bu konularda uzman olduğumu, ve her şeyi anlatabileceğimi falan da iddia etmiyorum. Benim ilgi alanım edebiyat ve çizgi roman, site de bunun üzerine kurulu. Dolayısıyla, yapmaya çalışacağım şey, siteyi okuyanların, ben “postmodernizm” kavramını kullandığımda “ne kastettiğimi” anlamak için başvurabilecekleri bir kaynak yazısı yazmak. Bunun dışında, postmodernizmi böyle bir yazıyla tanımlayabileceğimi, hatta herhangi birinin kısa bir yazıyla tanımlayabileceğini sanmıyorum. Kişisel olarak, benim de postmodernizm ile ilgili bilmediğim, çözemediğim şeyler elbette var – örneğin şu iki resim, Wikipedia’da hem modernizm başlığında, hem postmodern sanat başlığında çıkıyor.

Bunların tam olarak nasıl sınıflandırılması gerektiğini bilmiyorum, neden iki başlık altında çıktığına dair fikirlerim olsa da, tatmin edici bir cevabım da yok. O yüzden, amacım her şeyi bildiğimi, ne kadar da postmodern olduğumu vesaire iddia etmek değil, fakat iyi bildiğim kısımları, çizgi roman sanatı etrafında toplayarak, siteyi okuyanlara aktarmak.

Bunu nasıl yapacağım?

Bu yazı dört bölümden oluşuyor. İlkini, yani Giriş bölümünü okumayı şu anda bitiriyorsunuz. İkinci bölümde, (biraz sıkıcı, fazla resimli olmayan bir şekilde) “postmodernizm” kavramı ile ilgili bilinmesi gerekenlerden bahsedeceğim. Bu yazının gerekli, ama ne yazık ki çok da eğlenceli olmayan bir bölümü olacak. Daha sonra, bu bölümde postmodernizmin ne demek olduğunu anlatmayı beceremeyip, bunu “göstermeye” çalışacağım. Bu bol resimli, az yazılı, keyifli bir bölüm olacak.

Son olarak da, bütün bunların, çizgi romanlara nasıl uyarlandığını, yine bol resimli bir şekilde açıklayacağım. Bu bölüm, sadece “ağır” – veya bizim Farklı Tatlar’da, AltEvren Gurme’de yer verdiğimiz – çizgi romanlardan oluşmayacak. Aynı zamanda, her ay çıkan Marvel ve DC çizgi romanlarında bu konseptin nasıl rol oynadığını da göreceğiz.

Hazırsanız başlayalım. 

Modernizm ve postmodernizm gibi olguları anlamak için, önce bunların “uygulanıldıkları alanlar” bakımından ikiye ayrıldığını kavramak gerekiyor. Modernizm ve  Postmodernizm, iki farklı şey olabilir:

1 – Hayata bakmanın, hayatı analiz etmenin (=psikoloji, sosyoloji, felsefe vs.) bir metodu, bir bakış açısı

2- Bu bakış açısının belli formatlarla “sanata” (=edebiyat, resim, çizgi roman) uygulanması.

Sosyoloji, psikoloji, felsefe gibi alanlarda, “bilgi alma, analiz etme” mantığı temel olarak şudur: Eski çağlarda, hayat pre-modern olarak analiz edilir; Tanrılar, ilahi adamlar, kutsal bilgiler vs. epistemolojinin – yani bir şeyi bilmenin – tek yolu, bilginin tek kaynağıdır. Modern analize geçildiğinde, bunun yerini insan aklı ve mantığı alır. Modernizm düşüncesinin temelinde yatan şey de budur, mantık ve düşünce ile hareket edildiğinde, hayat da, insanlar da çözülebilir, her şey daha ileriye götürülebilir, gerçek sadece akıl yoluyla, rasyonel düşünceyle bulunabilir.

Bugünkü hayata bakışımızın temelinde de, bu modernist düşünceler yatar. Okullarda her dersi modernist biçimlerde görürüz, aslında “kesin ve net doğruların” olamayacağı tarih, felsefe gibi dersler bile, “dönemlere ayrılarak (Ortaçağ – Yeni Çağ vs.)”, “kategorize edilerek” sunulur, belli kıstaslara göre her şey standardize edilir. İdeolojiler kendilerini rasyonel anlamda “doğru” olarak göstermeye çalışırlar – en bilindik örneklerden birini vermek gerekirse, Marx’ın komünizminde, “Komünizm” seçilebilecek bir yol değildir, insan tarihi boyunca yaşanan “ekonomik ilişkiler – sosyal statüler” ikilisinin, “bilimsel olarak” ulaşmak zorunda olduğu bir sonuçtur.

Devam edelim. Postmodern olarak adlandırılagelmiş dünya görüşü, temel olarak 1945 sonrasında ortaya çıkan bir görüştür. Dünya’yı iyileştireceği ve en sonunda mükemmelleştireceği düşünülen akıl – mantık ve bunlarla neredeyse eş anlamlı olan bilim ve teknolojinin, İkinci Dünya Savaşı’nda korkunç sonuçlara yol açması, daha sonra da iki kutuplu, sürekli nükleer savaş tehdidi altında yaşayan bir dünya düzeninin kurulmasına yol açmasından sonra, bu görüşe karşı ciddi bir muhalefet ortaya çıkmıştır.

Nedir bu muhalefet? Postmodern tanımladığımız bu düşünce, hayatta hiçbir şeyin “kesin ve kati” doğrular üzerinden ilerleyemeyeceği, “gerçek”, “iyi”, “adil” “doğru” gibi kavramların ancak ve ancak sübjektif olarak anlamlandırılabileceği üzerine kuruludur. Örneğin, dünya tarihi öyle “Orta Çağ”, “Yeni Çağ” falan gibi dönemlere ayrılamaz, çünkü bunlar Avrupa tarihine ait dönemlerdir, Uzak Doğu’da, veya Amerikalarda bir şey ifade etmezler. Sanırım “Böcek yemek iğrenç bir şeydir.” demem bu yazıyı okuyanlar tarafından kabul görecektir, ama bunun doğru olduğunu iddia edemeyiz, çünkü dünyanın çeşitli bölgelerinde çekirdek çitler gibi böcek yiyen insanlar mevcuttur.

Bunun sanata uygulanışı da bu doğrultuda gerçekleşir – “gerçeğin”, “doğruların”, “olması gerekenlerin” varlığını kabul etmeyen bu görüş, sanatta da benzer düşünceleri yansıtır. “Yapısöküm” dediğimiz “teknik” ile, sanatsal öğeler en temel yapı taşlarına ayrılır, ve bu temel taşlar – tıpkı gerçek hayatta postmodernizmin “gerçeklere” yaptığı gibi – sorgulanmaya başlanır. Örneğin, bir resim “resim sanatı”na ait olmak için artık popüler kültürü dışlamak zorunda, veya “yüksek sanat” olmak zorunda değildir. Bir roman, “roman” olmak için, bugüne kadar alışmış olduğumuz romanlara benzemek zorunda değildir. Olay örgüsü olmayan, bir şey anlatma çabasına girmeyen, anlatıcısı güvenilmez olan romanlar yazılabilir. Bu durum, onların sanatsal değerini azaltmaz – hatta aksine, iyi yapıldığında, bu “icra edilen sanatın kendisinin sorgulanması” durumu, esere fazladan bir değer bile kazandırabilir.

Kısacası, postmodernizm en başta da dediğim gibi, kendisi kolayca tanımlanabilecek bir olgu değildir – çünkü zaten başlı başına akıl ve mantık yoluyla üretilen “tanım”ların sorgulanması üzerine kurulmuştur. Bu yüzden, bu akımı kendi içinde kesin ve net tanımlarla açıklamaya çalışmak da zaten saçma bir uğraş olacaktır.

Bu bölümü, hem bu yüzden, hem de zaten sıkıcı bölümümüz olduğu için çok fazla uzatmak istemiyorum, ama temel noktaları az da olsa netleştirdiğimi düşünüyorum. Yazının başında dediğim gibi, asıl amacım postmodernizmin ne olduğunu anlatmak değil, göstermek. Bunun için de, bu sıkıcı bölümü bitiriyor, ve postmodernizmin ne olduğunu “göstermeye” çalışacağım bölüme geçmek istiyorum.

 Bir önceki sayfadaki şeylerin tamamı henüz mantıklı gelmiyorsa endişelenmeyin. Temel fikri aldığınız sürece problem yok, çünkü şimdi aynı şeylerin üzerinden, bu sefer görsel olarak devam etmeye çalışacağım.

Bunun için, birkaç sene önce edebiyat hocamın sözlü olarak verdiği bir örneği, görselleştirerek anlatmanın enteresan bir yol olacağını düşünüyorum – örneğimde kullanacağım şeyler de, yine konumuzla alakalı olarak, kitaplardan ve bir kütüphane rafından oluşuyor.

Önce şu ilk örneğimize bakalım.

Bu, bir önceki sayfada anlattığım “modernizm” yaklaşımına görsel bir örnek. Kütüphane rafında, “Can Yayınları”ndan çıkmış kitaplar, yan yana konularak organize edilmiş. Bu yaklaşımı, yazarların ad (veya soyad)larına, kitapların adlarının alfabetik sırasına göre dizerek, daha da modernist hale getirmek mümkün, ama örneği anlamışsınızdır, buna gerek görmüyorum (üşendi!).

Dediğim gibi, bu modernist bir yaklaşım: Mantığımı kullanarak, kitaplarımı belli bir “düzene” sokmak istiyorum, ve bunun için “Yayınevi”ni kategori kıstasım olarak alıyorum.

Burada ise, yaklaşımı biraz daha “postmodern”leştiriyorum.

Şimdi, Can Yayınları’nın arasına birkaç tane Star Wars kitabı girdi. Baktığınız zaman, bunların herhangi bir kategorizasyon mantığını bulmak zor – fakat postmodern düşünce de işte burada başlıyor: Postmodernist düşünceye göre, bunların kategorizasyonunun zaten bir anlamı yok, o “Can Yayınları” diye toplamaya kastığın şey, bir firmanın karton kapak üzerine bastığı bir kalpten ibaret. Dolayısıyla, kategorizasyon çabası başlı başına yersiz bir çaba.

Dikkat ederseniz, ikinci resme geçerken, olayı “biraz” “postmodernleştirdiğimi” söyledim. Açıkçası, postmodernizm böyle derecelendirilebilecek bir şey mi tam emin değilim – muhtemelen değildir – fakat ben yine de öyle olduğunu düşünüyorum. Peki, buradaki “postmodernizm seviyesini arttırmak mümkün mü?

Bence evet. Gelin bir göz atalım.

Burada, aynı rafın, Paint ile acı verici bir şekilde modifiye edilmiş (rezalet) boş bir hali var. Bu raf boşken bile, bu okların göstermeye çalıştığı şeyler, aslında bizim kafamızda otomatik olarak canlanan, “olması gerektiğini” hissettiğimiz, ve ciddi düşündüğümüzde nasıl olduğunu bilmesek bile, “doğru olduğunu” bildiğimiz şeyler.

Sarı ok, kitaplığın tabanını işaret ediyor – kitapların altı buna dayanmalı. Mavi ok, biz göremesek de, rafın tavanını gösteriyor – koyacağımız kitapların boyu burayı geçmemeli! Beyaz ok, kitapların dizilme şeklini gösteriyor – soldan sağa okuduğumuza göre, kitaplar da soldan sağa düzenlenmeli, eğer bir alfabetik düzen, vs. olacaksa, bu soldan sağa olmalı. Bu durumda, yeşil ok başlangıç noktasını, kırmızı ok da bitiş noktasını gösteriyor. Bunlar, şu an okumanızın bile zaman kaybı olarak değerlendirilmesi gerekecek kadar bariz şeyler.

Konumuz postmodernizm olduğuna göre, sormamız gereken şey çok basit: Kim diyor ki ben dünyanın X yerinde böyle yapılıyor, böyle yapılagelmiş diye, bu standardizasyona uymak zorundayım? Mesela, örneğin, neden kitaplarımdan bir ev yapamıyorum?

Şimdi, eğer “mantıklı” bir insansanız, ikinci ve dördüncü resimleri gördükten sonra bana sormanız gereken soru, daha doğrusu, söylemeniz gereken şey şu: Yahu anlatıyorsun, bir şeyler diyorsun da, bu postmodernizm mostmodernizm değil, bu bildiğin düzensizlik, saçma sapan bir şey…

Burada, postmodernizmin size vereceği cevap şu olacaktır: Bunun “düzensiz” veya “saçma” olduğunu söylemek kimseye düşen bir şey değil, çünkü, sizin “düzen” ve/veya “mantık” kavramlarınız, ne kadar çoğunluk olursa olsun, ne kadar kişiye “kabul ettirilmiş” olursa olsun, aslında hiçbir doğruluğu, gerçekliği olmayan şeyler. Bunlar sadece size göre “düzen” ve “mantık” ifade ediyor, bana göre, veya başka kimseye göre hiçbir şey ifade etmek zorunda değil!

Bense postmodernizmin açıklamasını elbette sunmakla birlikte – eğer bunları kafanızdan gerçekten geçirdiyseniz – bir noktada haklı olduğunuzu düşünüyorum: Postmodern sanat çok özgür, çok sınırsız bir kavram – ama bu iyi bir şey olmak zorunda değil! Gerçekten sanatların kendisini sorgulayan, sanat algımızı değiştirme potansiyeline sahip olan eserlerin yanı sıra, gerçekten “Nasıl olsa özgürüm, postmodernim” tarzı bir mentaliteyle her şeyin sanat olarak sunulması da, bana kalırsa bu akımın problemlerinden birisi. Instagram’da veya benzeri platformlarda “postmodern” kelimesini gördüğünüz durumları düşünmeniz, bu konuda daha somut örnek teşkil edecektir.

Çizgi roman alanından da, “postmodern = iyi, kaliteli” gibi bir durum yok. Baktığınızda Our Love is Real da postmodern.

Biz postmodernleşmeye devam edelim.

Mesela, belki de kitaplardan bir Stonehenge yapmak istiyorumdur, olamaz mı?

Şimdi, eğer mantığınız hala bizimle birlikteyse, şöyle bir cümle beklemek sanırım yanlış olmayacaktır:

Tamam, şimdi yakaladım işte. Hadi deminkini kabul etmiş olalım, fakat burada tamamen saçma sapan bir şey oluyor –  burada “postmodern olacağım” diye, kitaplığın bütün amacını yok ediyorsun, koskoca kütüphaneye üç kitap koyup bırakıyorsun. Ne olursa olsun, hangi akımla bakarsan bak bu işlevsiz ve kullanışsız bir durum.

Burada, bir akım olarak postmodernizmin vereceği cevap yine açık:

Benim o kütüphaneyi neden satın almış olduğum, o kütüphanenin ne işlevi olduğu, hatta onun kütüphane olup olmadığı, bunların hepsi tartışmaya açık şeyler – o yüzden, nasıl olur da bir şeyin “kesin ve net” bir işlevi olduğunu söyleyebiliriz? Belki ben onu tamamen başka bir amaçla, başka bir hedefle aldım? Buna kim nasıl karşı çıkabilir ki? 

Mesela, belki de koskoca kütüphaneyi, tek bir kitabımı sergilemek için almış olabilirim? Eğer durum böyleyse (ki böyle olmadığına kim karar verebilir?) bu alttaki düzenleme metodu da, en az baştaki kadar meşru ve doğru bir tarz: 

 Postmodernizm basitçe budur: Herhangi bir şeyin ne olduğu, ne için olduğu, nasıl olması gerektiği, bunun sebepleri, tarihçesi, geleneği, evrensel kullanılışları… Bunların hepsi sorgulanabilecek, ve ne olursa olsun kesin doğru denemeyecek şeylerdir. Ben, burada bu örnekleri “kitap” yerleştirdiğim bir rafla verdim. Sanırım siz, diğer alanlarda nasıl uygulanıldığını hayal edebilirsiniz.

Unutmamanız gereken tek bir nokta var: hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir, sonuçta postmodernizmden bahsediyoruz!

Pek çok postmodernizm gördük, pek çok postmodernizm tanıdık… Şimdi geldi sıra, benim size konuyla ilgili kayda değer şeyler söyleyebileceğim tek konuya: Çizgi romana.

Postmodernizmin alışılagelmiş yargıları sorgulamak, gelenekleri bozmak, kesin doğru olarak kabul edilen şeyleri “deconstruct” etmek – veya yapısöküme tabi tutmak – olduğunu sanırım açıklayabilmişimdir. Şimdi, bir önceki sayfaya benzer görsellikte, konuyu çizgi romanlara getirmek istiyorum. Bunun için de, sanırım en temel noktaya geri dönmemiz gerekiyor.

Yukarıda gördüğünüz, standart bir çizgi roman sayfası. “Yapısöküm” dediğimiz şeyi uygulayacak olursak, sayfa çeşitli büyüklüklerde yedi panele ayrılmış, panellerin içinde belli sahneler yaşanıyor. Karakterlerin konuşmaları konuşma balonlarıyla ifade ediliyor, düşünceleri için düşünce balonları kullanılıyor. Birinci ve üçüncü panelin tepesinde, “caption” dediğimiz bilgi verici kutucuklar bulunuyor. Paneller de, “gutter” dediğimiz ince boşluklarla birbirlerinden ayrılmış durumdalar.

Paneller arasındaki bu boşluklar, yani “gutter” aslında çizgi romanda gözüktüğünden önemli bir fenomen olarak çok saygı görüyor, ama bu başka bir yazının konusu. O yüzden es geçmiyorum, fakat çok fazla detaya da girmeyeceğim.

Eski bir sayfa kullanmam da yanlış anlaşılmasın, çizgi romanın çıktığı yıl ile “modernite” veya “postmodernite”sinin hiçbir alakası yok, buyurun bir de yenilerden “standart” bir sayfa:

Panel kurgusu ve sayfa görünüşü yine çok benzer. İkinci sırada asimetrik paneller kullanılmış, ama bu çok yeni bir şey değil. Klasik çizgi roman sayfaları böyle gözüküyor.

Peki, bunları “modern” ya da “klasik” örnekler kabul edersek, çizgi romanlarda postmodernizm nasıl oluyor?

Bu sorunun cevabı hayal gücünüzle sınırlı. Elinizde belli bir sayfa, çizgi, yazı gibi araçlar var – yukarıda saydığımız öğelerden, ne kadarını değiştirebilir, ne kadarını çıkartabilir, ve yaptığınız işin hala çizgi roman olmasını sağlayabilirsiniz? Veya neler ekleyebilir, yeni bir yaklaşım getirebilir, elinizdeki materyali çizgi roman olmaktan çıkartmadan devam edebilirsiniz?

Bunların hepsini göstermem, bilmem, hayal edebilmem mümkün değil – ama bazı örneklere bakalım.

Revolver-2-620x1004

Yukarıdaki, “Revolver” adlı bir çizgi romandan bir sayfa. Görebiliyor musunuz bilmiyorum, ama çizgi romandaki hikayenin yanı sıra, sayfanın altında, normalde sayfa numarasının olduğu ve başka hiçbir şeyin olmadığı alanda, ikinci bir hikaye daha anlatılıyor. Yazar, çizgi romanda olan olayların “haberlerini”, bir haber programı formatında, sayfa numarasının yanından sunmayı tercih etmiş. Üstelik, her sayfa numarası da (mesela burada 28) bu  haber cümlelerinin bir parçası oluyor. Mesela burada, “(…) Bütün ülke, kaos içinde bir dünyaya uyandı, 29’dan fazla eyalet, Federal Felaket [Yardımı] talep etti. (…) deniyor. Ufak, ama güzel bir örnek.

Frank Miller’ın meşhur 300 çizgi romanından. Sayfa büyük  bir çizim ve altta ufak paneller olmak üzere ikiye ayrılmış – alttaki paneller büyük resimden tamamen bağımsız değil, bunun üstüne çizilmişler – üstelik, askerin tuttuğu mızrak da bu panellerle ana resim arasındaki ayrıma paralel olarak çizilmiş. Bir anlamda, Miller yukarıda açıkladığım “gutter” konseptini almış ve bunu bir mızrak formunda nesneleştirmiş – mızrak, bu sayfalarda “gutter” görevi de görüyor.

Mazuchelli’nin Asterios Polyp’inden – Asterios’un düşünce balonlarına dikkat edin. Domuz sever misin derken, aklında bir domuz tarifi canlandırıyor, kız arkadaşı vejetaryen olduğunu söylediğinde, çarpı işaretiyle bunu kaldırıyor – esprili ve postmodern bir yaklaşım. Bu sayfada daha pek çok bahsedilecek öğe mevcut, ilk paneldeki “caption kullanımı”, renklendirme, vs.

Gurme’de incelediğim Nikopol Üçlemesi’nin ilk kitabı, Ölümsüzler Panayırı’ndan. Geleceğin Paris’i, fütürist bir kurgu, ve Mısır Tanrıları bir arada – postmodernizmin (özellikle mimari ve heykelde, ama edebiyatta da) en yaygın öğelerinden birisi, farklı zamanları, farklı kültürleri, birbirinden tamamen ayrı olarak hayal edilmiş düşünceleri bir araya getirmek, ve bunları birbirlerine başarıyla harmanlayabilmek.

Maus’tan. Maus, sadece belli etnik grupları farklı hayvanlar olarak resmetmekle kalmıyor, aynı zamanda konu bakımından da postmodern – Art Spiegelman çizgi romanını kendisi ve babası arasındaki bir konuşma üzerine kuruyor – hem kurgusal, hem de çizim açısından farklı bir eser.

Postmodernizmin “derecelerinden” bahsetmiştim. Jon Hickman’ın Pax Romana’sından:

Tamamen farklı bir yaklaşım, tamamen farklı boyutlar. Beklediğimizin çok dışında çizgi roman sayfası kurguları…

Yine Frank Miller, bu sefer Sin City’den. Siyah beyaza tamamen farklı bir yorum; normalde beklenilenin aksine siyah-beyaz “beyaz arkaplan üzerine siyah çizim” değil, “siyah arkaplan üzerine beyaz çizim” olarak yorumlanmış. Ayrıca, eserin isminden de anlaşılacağı gibi, kurgunun ruhunu yansıtan bir çizim tarzı, bir nevi, birbirini etkileyen ve birbirinden bağımsız düşünülemeyecek bir çizim – yazı uyumu.

Örneklere devam etmek mümkün, fakat temel fikir ortada.

Burada şöyle mantıklı bir soru sorabilirsiniz: “Çizgi romanda postmodernizm, görsellikle mi sınırlı?” Yani, sadece sanatsal açıdan mı yorumlar getirilebilir?

Bunun cevabı da hayır – çizgi romanların, postmodernizm konusunda edebiyata göre bir “avantajı”, alanın gelişmeye çok müsait olması ve birden fazla yaklaşımı kabul edebilmesi. Sanatsal açıdan, olağandışı bir şey yapmayıp, çizim açısından klasik yörüngeleri takip edip, çizgi romana yeni bir bakış açısı getiren eserlerin sayısı oldukça fazla.

Yine sitede bulunan örneklerden gidecek olursak; “süper” ya da “kahraman” hariç her şey olabilecek “süper kahramanların”, gerçek dünya benzeri kurgularda anlatıldıkları Watchmen, aynı karakterin hayatının farklı dönemlerindeki ölümünü işleyen Daytripper, sonunda hep kazanması gereken kahramanların çökmüş ve yıkılmış olduğu bir Marvel Evreni kurgusu yaratan Earth X, “kimlik” konusunu edebi açıdan ele alan Nikopol Üçlemesi, bunların hepsi postmodern olarak tanımlanabilecek, postmodern “kurgulara” sahip çizgi romanlar.

Dediğim gibi, yapılabilecekler sadece hayal gücüyle sınırlı. Benim postmodernizmi bu kadar ilgiyle takip etmemin de sebebi bu: Postmodernizm öyle bir şey ki, yer yer herkesin kendisini sanatçı sanmasına yol açacak bir “iki uçlu bıçak” gibi gözükse de, iyi yapıldığında sanatçıya hem yaratıcı olma, hem de, yaratıcılığını konuşturduğu alanın teknik özelliklerini sorgulama, esnetme, ve bir de bu teknik açılardan yaratıcı olma fırsatı veriyor. Bu açıdan da, ortaya iyi bir şey çıktığında, gerçek anlamda etkileyici eserler görüyorsunuz. 

Söz verdiğimiz sonla bitirelim. Edebi olma, sanatsal olma, entelektüel olma gibi iddiaları bulunan çizgi romanların, postmodern olması doğal bir şey – hatta, çizgi roman türünün genel olarak “saygı görmemesi gereken” bir tür olarak görüldüğü dünyamızda, belki de sırf bu algıyı kırma uğraşında olduğu için kaçınılmaz bile denebilir! Fakat, bu durum sadece “ağır” çizgi romanlarda mı var? Yoksa, DC’de, Marvel’da bunları görmek de mümkün mü?

Bence mümkün – çünkü (klişeden ölen var, ama yine de) postmodern bir çağda yaşıyoruz. Böyle bir dönemde, yapılan işlerin de öyle bir amaçla yola çıkmasalar bile yer yer postmodernist öğeler taşımaları kaçınılmaz. Yukarıda standart bir çizgi roman sayfası vermiştik. Bir de standart bir çizgi roman hikayesi verelim:

Her şey normal, olması gerektiği gibi, değil mi? İyi adam, kahraman, kötü adamla savaşıyor. Muhtemelen sonunda da kazanacak. O halde, nasıl oluyor da Batman ile Joker burada birlikte kahkahalar atıyorlar?

Tamam, tamam,.. Haklısınız, o kadar ciddi olmayan örnekler dedim, sadece Batman olmasına güvenerek gittim Alan Moore örneği verdim, çok doğru. Ama bakın, son yıllarda neler oluyor?

Kahramanların kahramanlarla savaşması mı dersiniz?

Mutantların mutantlarla savaşması mı…

Yoksa sonunda birbirlerine girmeleri mi?

Evet, muhtemelen bunların hepsi basit satış stratejileri, fakat çizgi roman dünyasının en temel olayı olan “kahraman süper kötüye karşı” konseptini yerle bir ettikleri, çok daha enteresan, çok daha değişik bir evren kurgusu yarattıkları bir gerçek. Her şeyin kahramanların birbirine vurduğunu görmek için çıldıran çocuklara satmak için yapılması bir yana, “iyiliğin” kesin bir iyilik, “kötülüğün” kesin bir kötülük olmaması ilgi çekici şeyler.

Örnekler saymakla da bitmez. Norman Osborn kahraman, Avengers takımı kaçak, bir başka örnek…

Aynı şey DC’de de var –  Hal Jordan/Parallax sorunsalı, New 52’da birlikte çalışamayan bir Justice League, JL’i küçük gören bir Stormwatch takımı, henüz “Superman” olmayan bir Superman… Vesaire.

Elbette, bu süper kahraman çizgi romanlarındaki durumun entelektüel amaçlarla yazılmış çizgi romanlarınki kadar ciddi olduğunu iddia etmiyorum – fakat istemsiz olarak, tamamen başka amaçlarla yapılmış da olsalar, postmodernizm durumu, veya en azından belli “yapıların söküldüğü” gerçeği, bana kalırsa net bir şekilde ortada.

Dediğim gibi, bu yazının temel amacı postmodernizm ile ilgili bilgi vermekten çok, bu site içinde kullanıldığında, postmodernizm kelimesiyle benim anlatmak istediğim şeyin, sizin kafanızda canlananla benzer şeyler olmasını sağlamak – ya da en azından sizin kafanızda bir şeyler yaratabilmesini sağlamaktı.

Umarım uzun süre sonra yazdığım bu özel dosya bu anlamda faydalı olur.