Farklı Tatlar

Building Stories

“Farklı Tatlar bölümü için bile farklı” cümlesini daha önce birkaç çizgi roman için kullandığımı hatırlıyorum. Eğer bu cümlem o çizgi romanlar için geçerliyse, Building Stories için nasıl bir tanım kullanmam gerektiği konusunda açıkçası pek bir fikrim yok.

Çünkü, Chris Ware’in bu inanılmaz yapıtı,  “Farklı Tatlar’ın da Farklı Tadı”, “Bunlar “Farklı Tat” ise buna ne diyeceğiz?”, ve hatta, “O farklı tatla pişirdiğin dana etinin üzerinde gezdirdiğin enginarlı ahududu sosu mu?” gibi tanımları hakedecek kadar marjinal bir çizgi roman.

 

Muhtemelen yirmi saatlik uykusuzluğun da etkisiyle yaptığım bu girişin ardından, Building Stories’in tam olarak nasıl bir çizgi roman olduğunu biraz kafanızda canlandırmaya çalışmak istiyorum.

Sitemizin görselleri birbirinden çok farklı gözükmesin diye, genelde standart ölçüler kullanmaya çalışıyoruz – bu nedenle yukarıdaki görsele bakarsanız, Building Stories’in kapağının herhangi bir çizgi roman kapağından pek bir farkı olmadığını düşünebilirsiniz. Ama, durum hiç de böyle değil.

Birincisi, o resmini gördüğünüz kapak, bir çizgi romanın kapağı değil, bir kutunun kapağı! Evet, Building Stories alıştığımız çizgi romanlarda olduğu gibi, ciltli tek bir kitap olarak sunulmuyor, bir kutunun içinde size ulaştırılan, on dört farklı basılı parçadan oluşuyor. Ki kutunun boyutu da öyle “Aman değişiklik olsun, kitap olarak basacağıma sayfaları kutuya koyayım, ilgi çekeyim” mantığıyla açıklanabilecek bir şey değil, zira oldukça büyük bir kutudan bahsediyoruz. Marvel’ın yayınladığı ciltlerin en büyük boylusu olan bir Omnibus cildiyle karşılaştırıldığında, Building Stories’in şöyle bir görüntüsü var:

Kısacası, elinizdeki “çizgi roman”, bir çizgi romandan çok bir kutu oyununa benziyor.

Peki ama, bu kutunun içinden ne çıkıyor?

Yukarıda da dediğim gibi, Chris Ware, bir kutunun içinde sunduğu on dört farklı parça ile, bütün bir hikaye yaratmış. Bu on dört parça da birbirinin aynısı değil elbette: kutumuzun içinden albüm formatında hikayeler, posterler, gazeteler, flipbook’lar, bir tane katlanan karton “board”, “hardcover”lar ve benzeri pek çok formatta “ufak çizgi roman” çıkıyor.

 Tamamı açılmış bir “Building Stories” çizgi romanı ise aşağı yukarı şöyle gözüküyor:

Peki, bütün bunları nasıl okuyoruz?

Benim de başta kavrayabilmek için oldukça uzun süre çabaladığım bu sorunun cevabı aslında olabildiğince basit: İstediğimiz gibi. Chris Ware, kutunun arka kapağında, “Building Stories grafik romanını okumanız için tüm gerekenler” şeklinde esprili bir not düşmüş, fakat altındaki şema herhangi bir okuma sırası veya kronoloji sunmuyor, yalnızca hangi parçanın, evinizin hangi bölümünde okunmasının hoş olabileceği yönünde – çok da işinize yaramayacak – tavsiyeler veriyor. Bunun haricinde, tamamen yalnızsınız. B.S. Johnson’un 1969’da yayınlanan The Unfortunates romanı gibi, istediğiniz sırayla okuyorsunuz, ve sonuç olarak her şey kafanızda yerli yerine oturuyor.

Burada sorulması gereken önemli soru şu: Bütün bunlar gerçekten bir şey ifade ediyor mu, yoksa sadece “farklı olsun”, “dikkat çeksin” diye mi yapılmış?

Bu sorunun, çizgi roman bu şekilde anlatıldığında sorulması çok normal. Fakat gerçekten okuduğunuzda, böyle bir soru aklınızın ucundan bile geçmiyor, çünkü eser, hem yapmaya çalıştıklarıyla, hem de bunun haricinde içeriğiyle, son derece başarılı.

Her şeyden önce, Chris Ware hakikaten farklı bir okuma deneyimi yaratmayı başarmış. Elinize aldığınız her “parça”da, farklı bir şey okuduğunuz hissine kapılıyorsunuz – ve sonuç olarak sürekli hikayenin içinde “aktif” bir rol üstlendiğinizi hissediyorsunuz. Yatağa yatıp pasif bir şekilde okumaktansa, bu parçaları incelemek, bir sonra neyi okuyacağınıza karar vermek, okuduğunuz hikayenin dışında, bu hikayenin size sunulduğu “medium”u irdelemeye çalışmak, hepsi “Building Stories”i okuma deneyiminin bir parçası.

Ware, bu grafik romanı on senede hazırlamış, ve bundan da anlayabileceğiniz gibi, bu işe oldukça fazla emek vermiş. Fakat, verilen emeğin karşılığını da okuyucudan talep ediyor. Building Stories kesinlikle okuması zor, sabır isteyen, okuyucuyu “challenge” eden bir çalışma. Yukarıda saydığım tüm gereklilikler bir yana, aynı zamanda çizgi romanın içeriği de çok sağlam. Bütün bu sayfaların, küçük çizimlerle ve yazılarla doldurulmuş olması, Building Stories’i okumayı gerçek bir sabır işine dönüştürüyor. On dört parçadan hangisini okuyacağım diye düşünmek bir yana, zaman zaman sayfaların içinde, Ware’in olağanüstü panel tasarımlarında ve sayfa kullanımında kayboluyor, kendinizi, bırakın bir sonraki parçayı, bir sonraki panelin hangisi olduğunu düşünürken buluyorsunuz.

Benim eserin tamamını okumam, arada verdiğim kısa aralarla birlikte yaklaşık on günü buldu. Tamamen konsantre olsanız bile, hakkını vererek okumanın en az dört – beş gün süreceği bir “kitap” kısacası.

Çizgi romanın konusu, ister istemez eserin format ve sayfa anlamındaki deneyselliğinin arka planında kalıyor. Ama bu, etkileyici ve güçlü bir hikayesi olmadığı anlamına da gelmiyor, aksine, grafik romanın oldukça sağlam ve herkesin kolaylıkla kendi hayatıyla paraleller çıkartabileceği bir hikayesi var. Hikayemize uzaktan bağlanan bir arının ve ailesinin anlatıldığı iki “parça” dışında, grafik romanın büyük çoğunluğu adını öğrenmediğimiz, tek bacağını kaybetmiş olan bir kadın üzerinden ilerliyor.

Ana karakterimizin, bir sanatçı ve/veya bir yazar olma umuduyla, üç katlı bir binada yaşadığı dönemden; evlenip çocuk sahibi olduğu ve banliyöye taşınarak, sıradan bir hayat ve standart bir mutluluk formülü uğruna hayallerinin peşinden koşmayı bıraktığı günlere kadar yaşadıklarını konu alan çizgi roman, kaybetmek, ölüm ve genel olarak “hayat” üzerine bir çalışma.

Bunun dışında, birkaç bölüm de, ana karakterimizin evlenmeden yaşadığı binada geçen olayları konu alıyor. Sadece ana karakterin değil, aynı zamanda ev sahibi yaşlı kadının ve ikinci kattaki “sorunlu” çiftin maceralarını da aktaran hikaye, aynı zamanda binanın kendisini de, bilinci olan, içinde yaşanan her şeyi takip eden, bilge bir anlatıcı olarak kullanıyor. Bu açıdan, on dört parçanın bir araya getirilerek bir hikaye yaratması anlamının dışında da, “Building Stories” başlığı farklı bir anlam kazanıyor: “Bina Hikayeleri.”

Panel tasarımı ve çizimlere geri dönecek olursak, Ware deneyselliği sadece eserin sunuşuyla sınırlı tutmamış, bu alanda da alışılagelmişin dışında bir işe imza atmış. Geometrik ve minimalist bir şekilde tasarlanan sayfalar, neredeyse her “parça”da (tabi kağıtların büyüklüğü ile de orantılı olarak) benzer bir şekilde karşımıza çıkıyor. Böylece, yazar birden fazla iletişim aracı kullanıyor olmasının doğurabileceği “devamlılık” sorunlarını da, stilini fazla değiştirmeyerek engellemiş oluyor.

Burada değinilmesi gereken bir önemli mesele daha var. Çizgi romanların dijitalleşmesinin pek çok çizgi roman okurunu “korkuttuğu” şu günlerde, Building Stories aslında dijital çizgi romanların, basılı çizgi romanları pozitif olarak nasıl etkileyebileceğinin de bir göstergesi. Dijitalin giderek güçlendiği bu dönemde, sanatçılar dijital ortamda yeniden yaratılamayacak, dijital ortamda anlamını yitirecek eserler yaratmanın yollarını arıyorlar, ve böylece, sanata başka türlü mümkün olmayabilecek katkılar yapıyorlar. Ware de kutunun arka “kapağında”, bunun amaçlarından biri olduğunu açıkça belirtiyor.

Fazla uzatmaya gerek yok. Building Stories, gerçek anlamda sıradışı bir çizgi roman. İlk bakışta, sunulduğu format içeriğinin nasıl gözüktüğünün çok da önemli olmayacağı izlenimini yaratıyor, ama daha sonra sayfa tasarımları ve değişik görselliği de sizi etkiliyor. Bu durumda, hikayenin fazla önemli / kuvvetli olamayacağını hissediyorsunuz, fakat Ware sizi orada da şaşırtmayı başarıyor.

Building Stories’e not kriterlerimiz açısından 8-9 gibi bir not vermeyi pek doğru bulmuyorum – ama her açıdan olağanüstü bir çizgi roman olduğunu söyleyebilirim.