DC Comics Yazıları

Before Watchmen – Analiz

Yazdığım yazıların hepsini okuyan oldu mu bilmiyorum, ama varsa muhtemelen bu yazının temel mesajı oldukça açıktır: Before Watchmen’i beğenmedim.

Dürüst olmak gerekirse, DC bir süredir beklenen bu planını sonunda açıkladığında da, böyle bir konsepte pek sıcak bakmamıştım, ama daha önce de yazdığım gibi, önyargılı olmak hoşuma gitmediğinden, seriye bir şans vereceğimi biliyordum.

Yanlış anlaşılmasın, yine daha önceden değindiğim gibi, Before Watchmen’i aşamayacağı kriterlerle değerlendirmek gibi bir niyetim yoktu. Bu serinin, Alan Moore ve Dave Gibbons’un Watchmen’iyle kıyaslanamayacağını, çok farklı dönemlerde çıktığını, Watchmen gibi bir eserin ancak bir kere yazılabilecek bir çalışma olduğunu biliyor, ve Before Watchmen’den öncesini anlattığı seriye benzer bir kalite/etki beklemiyordum.

Dolayısıyla, kendimi “beğenmemeye zorlamam” gibi bir durum da yoktu, zira seri ile ilgili gerçekçi olduğunu düşündüğüm bir takım beklentilerim vardı.

Neydi bu beklentiler?

Birincisi, Darwyn Cooke, JMS, Brian Azzarello, Len Wein, Jae Lee gibi isimlerin, çok büyük ihtimalle kötü işler çıkarmayacaklarını düşünüyordum. İkincisi, Watchmen’in temelini oluşturan edebi ruhun korunacağını; belli bir fan kesime hitap eden ana akım çizgi romanların aksine, Before Watchmen’in her ciddi okurun ilgisini çekebilecek bir çizgi roman olacağına inanıyordum. Kısacası, yetişkinlere yönelik, sağlam kurgulu, edebi, derin, ağır çizgi romanlar bekliyordum.

Bir başka deyişle, elbette DC Comics firması için Before Watchmen sadece ticari anlam taşıyacaktı; fakat Watchmen gibi son derece sağlam bir kurgu içinde çalışma şansı bulan sanatçılar, yine de bizlere okunması keyifli eserler sunacaklardı.

 Ne yazık ki, pek çok açıdan ciddi anlamda hayal kırıklığına uğradığımı söyleyebilirim.

Bir ve iki sayılık serileri ile, arka plan hikayesi de düşünülürse, Before Watchmen toplam olarak on farklı seriden oluşuyor.

Bunlardan Dollar Bill ve The Curse of the Crimson Corsair, tek bir sıfatla, “gereksiz” seriler. Watchmen’e en ufak bir şey katmadıkları gibi, serinin kendisiyle de alakaları çok az – bu yüzden büyük ölçüde görmezden gelinebilecek çalışmalar.

Kalan sekiz seriden üçü, Ozymandias, Dr. Manhattan ve Moloch, Watchmen’deki olaylar etrafında kurgulanıyorlar. Ozymandias ve Moloch birbirlerinden ayrılamayacak şekilde kurgulanmış – bu üç seri, bize temel olarak Ozymandias’ın Watchmen’deki dev planı kurgulama sürecini ve sonuçlarını anlatıyor – ama Dr. Manhattan’ın daha hırslı hikaye anlatma çabaları da mevcut.

Minutemen, Silk Spectre ve Comedian serileri, yalnızca birinin adı Comedian olsa da, Edward Blake’i çok ön plana çıkaran seriler. Kendi serisi dışındaki hikayelerde “ana karakter” olarak tanımlayabileceğimiz bir rolü olmasa da, yazarlar bir şekilde sıkıştıklarından, veya belki de Comedian karakterinin Watchmen’in en pazarlanabilir karakterleri olduğunu düşündüklerinden, olayı karıştırıp, içinden çıkılmaz hale getirip, bir deus ex machina olarak Comedian’ı kullanıyorlar.

 Geriye kalan Rorschach ve Nite Owl serileri ise, belli ölçüde kendi karakterlerinin orijinlerini ve ilk kahramanlık günlerini, beklentilerin çok da dışına çıkmadan anlatan seriler. Bir önceki grupta Comedian’da olduğu gibi, Nite Owl serisinde de biraz fazla Rorschach kullanımı var, ki bu da yazarların ellerindeki karakteri daha ilgi çekici hale getirme “görevini” üstlenmektense, halihazırda ilginç olan karakteri kullanarak kolaya kaçma gibi bir huyu olduğunu gösterir nitelikte.

“Kolaya kaçma” dediğim şey, Before Watchmen yazarlarının tutumunu en iyi açıklayabileceğim kavram sanırım.

Yapılan eser yetişkinlere yönelik olsun diye, eseri derinleştirmek, kompleksleştirmek gibi imkanlar varken, yalnızca lüzumsuz miktarda şiddet kullanmak; eserin edebi içeriği olması beklenirken, “edebiyat” ihtiyacını sağlam kurgu ve derin olay örgüleri yerine, baştan sona alıntılanan şiirler, şarkı sözleri, ve içi boş “edebi” cümlelerle gidermeye çalışmak, sıradışı olmak için, tüm hikayeleri “uyuşturucu”, “savaş”, “seks” “vahşet”, “çocuk istismarı” gibi riskli konular üzerine kurmak; entelektüel bir arka plan ihtiyacını, John F. Kennedy ve Vietnam Savaşı’na indirgemek — bunların hepsi, Before Watchmen serisini gerçekten edebi ve sanatsal bir çalışma olmaktan alıkoyup, “kolay yoldan etki yaratmaya” çalışan bir eser haline getiren noktalar.

Özellikle Ozymandias ve Dr. Manhattan serilerinin “olaysızlığı”, daha doğrusu bu serilerde ortaya konulan olayların okuyucular tarafından – bilinmesi gereken tüm detaylarıyla – zaten biliniyor olduğu gerçeği, serilerin Alan Moore’un yarattığı sınırlar dışına neredeyse hiçbir zaman çıkamıyor oluşu, bana sorarsanız Before Watchmen’in varlığını tamamen anlamsız kılan bir durum.

Buğra’nın “Genel Bakış” yazısında söylediği, ve benim “Before Watchmen Gerekli Mi?” yazısında biraz açmaya çalıştığım gibi, bu seriler kesinlikle Watchmen üzerinde tesiri olacak seriler değil – peki ama bunları okumuş olmak, Watchmen’i anlayış şeklimizi, veya en azından, sonraki okumalarımızı değiştirebilir mi?

Harry Potter “fan-fiction”u okumak, Harry Potter okumanızı ne kadar etkileyecekse, ancak o kadar. Fan Fiction kavramını burada bir aşağılama olarak kullanmıyorum – ama bana sorarsanız, Before Watchmen serisi, Watchmen için sadece bundan ibaret. Evet, mutlaka, “Ama telif hakkı DC’nin, o yüzden bu “resmi” oluyor, fan – fiction diyemeyiz, canon bunlar canon!” diyenler olacaktır – fakat bana göre bir eseri yaratan, hele hele, Watchmen gibi “edebi” ve “bitmiş” bir eseri yaratan kişi veya kişiler çıkıp bu konuyla ilgili bir şey söylemediği sürece, “resmiyet” sadece formaliteden ibaret. Çeşitli üçkağıtlar ve şansızlıklardan dolayı DC Comics şu anda Watchmen’in ticari haklarını elinde bulunduruyor, ama “manevi” hakların Alan Moore ve Dave Gibbons’dan başka kimsenin elinde olduğunu düşünmüyorum.

Bu açıdan, Before Watchmen bana sorarsanız bir zaman kaybı. Watchmen üzerinde, dediğim gibi, herhangi bir tesiri yok, ve üstelik, bu kadrodan bekleyebileceğinizin aksine, hikayeler de büyük ölçüde başarısız. Seriye göz atmak, bütün bunlara rağmen meraklarını gidermek isteyenleri sonuna kadar destekliyorum, önyargılı olmamak elbette çok güzel bir şey – bu şekilde düşünenler için, Minutemen ve Dr. Manhattan serileri tavsiyelerim olacaktır.

Minutemen, bana sorarsanız hikaye olarak başarılı bir hikaye, fakat yazar Darwyn Cooke, Watchmen’in kendisinden ayrılmamak, veya belki de, Watchmen’in ruhunu yansıtmak için, Alan Moore’un kendi serisinde yapmadığı hiçbir şey yapmamış. Bu da, fena olmayan bir hikayenin, aslında temel olarak bir Watchmen kopyası olmasına yol açmış.

Dr. Manhattan ise, daha başarısız bir çalışma olmakla beraber, çeşitli deneysel anlatı yolları deniyor, ve diğer serilerin aksine, yazar J. Michael Straczynski, en azından hakkıyla aktarılması çok zor olan bakış açılarını serisine yerleştirdiği için bir tebriği hak ediyor.