DC Comics İncelemeleri

Batman Year One (Batman # 404 – 407)

6411_400x600

Bir ay kadar önce gelen sorular ışığında, sitedeki Batman incelemelerinin sayısını arttırmak istediğimden bahsetmiştim. Bunun bir başlangıcı olarak da, New 52’nun sanatsal açıdan en tatmin edici eserlerinden biri olan Batwoman serisinin incelemesini, ve Batman karakterini biraz daha iyi anlamak için bilinmesi gereken bir dönem hakkında yazıları ekledim.

“Gerçek” Batman incelemelerine gelince, eh, sanıyorum bunun için Batman Year One’dan daha iyi bir başlangıç noktası olamaz. Frank Miller tarafından yazılan, ve David Mazzucchelli tarafından çizilen Batman Year One hikayesi, Batman külliyatının en meşhur hikayelerinden biri olarak hatırlanan, karanlık ve (özellikle de dönemi için) farklı bir “orijin” hikayesi. 

Asıl olarak Batman’in 404 – 407. sayılarında yayınlanan Batman: Year One, çok basit bir şekilde açıklayacak olursak, Bruce Wayne’in süper kahramanlığa başladığı ilk günleri anlatıyor. Fakat, şu yazıda değindiğim gibi, Miller ve Mazzucchelli’nin bu orijin hikayesini yeniden yazmalarının önemli bir sebebi var. 1960’lardan beri Batman’in üzerine yapışan “campy” imajını, özellikle Miller’ın Dark Knight Returns’ü ve Alan Moore’un Watchmen’i öncülüğünde, daha karanlık bir hale gelen modern süper kahraman anlayışına uygun bir şekilde yıkmak isteyen yazar takımı, Year One boyunca bilinçli olarak, karanlık, karizmatik, ve kesinkle “campy” olmayan bir Batman anlayışı yerleştiriyorlar. 

Fakat, Year One hakkında düşülmemesi gereken bir yanılgı var. Her ne kadar Bruce Wayne bir “yan karakter” olarak sınıflandırılamayacak olsa da, çizgi roman %40 Batman’e ayrılıyorsa, %60 Jim Gordon’a yoğunlaşıyor – yani elimizdeki eser, belli açılardan bir Batman hikayesinden çok, bir Jim Gordon hikayesi. Miller ve Mazzucchelli’nin neden Batman’i değil de, Gordon’u merkeze yerleştirdikleri konusundaki fikirlerimi ekleyeceğim, fakat bunun için öncelikle – spoiler vermeden – kitabın konusuna değinmek lazım. 

Yıllarca yurt dışında yaşayan, kendini eğiten ve Batman’liğinin alt yapısını oluşturan Bruce Wayne, 25 yaşında Gotham’a geri dönüyor, ve ailesinin intikamını almak için, suça karşı savaşını başlatıyor. Yetenekli, becerikli fakat tecrübesiz bir kahraman olarak başlayan Bruce, ilk denemelerinde vurulsa da, başarısız olsa da hedefinden vazgeçmiyor, ve ilk sayının artık ikonik hale gelmiş finalinde, evinin içine giren bir yarasayı görerek, Year One’ın belki de en meşhur cümlelerinden birini söylüyor: 

“Yes father… I shall become a bat.” 

the-25-greatest-batman-graphic-novels-20111025001930485

Hikayenin asıl odak noktası olan Jim Gordon’da da, paralel bir hikaye akışı izliyoruz. Chicago’dan Gotham’a yeni gelmiş olan Gordon, bir taraftan şehri kontrol eden suç lideri Carmine Falcone (ve daha sonra Batman) ile uğraşırken, diğer taraftan da polis teşkilatı içindeki yozlaşma ile baş etmek zorunda kalıyor. Diğer polislerin, “normal” davranması yolunda savurduğu bir kaç – epey şiddetli – tehdide rağmen, kendi bildiğini okumaya devam eden “ana karakterimiz”, “temiz” kalabilmesi ve üstün becerileri sayesinde, Gotham için ufak çaplı bir şöhret haline de geliyor. 

Peki – ama kendisi neden merkezde? Neden Batman’in orijini olması gereken bir hikaye, daha çok Gordon’un orijini anlatıyor? 

Bu konuda çeşitli argümanlar öne sürülebilir. Batman’in, “az ama öz” gözükmesinin karatkeri daha güçlü, daha etkileyici kıldığı ve Bruce Wayne’in amaçladığı sembolizmi daha güçlü bir şekilde yanısttığı da, Jim Gordon’un, normal bir insan olarak, belli açılardan tamamen anormal bir figür olan Wayne’den daha rahat empati kurulabilecek bir karakter olduğu; bunların hepsi son derece doğru ve makul açıklamalar. Fakat, işin temelindeki mesele bence biraz daha farklı. 

“Campy Batman” figürünü hatırlayacak olursanız, ve Frank Miller’ın, bu seri ile birlikte yalnızca bir Batman orijini değil, aynı zamanda yeni DC Evreni’nin Batman hikayesi mantığını da oturtmak amacıyla yazdığını düşünürseniz, yazarın en büyük amacının, gelecek hikayeler için bir ton, bir tarz, bir “plan” hazırlamak olduğunu da görebilirsiniz. 

BatmanYearOneYou-have-eaten-well

Karanlık, karizma, “one liner” bitirici cümle – modern Batman’den bekleyeceğiniz her şeyin temeli, yirmi altı senelik tek bir panelde. 

Benim şahsi görüşüm, Miller’ın bu dört sayılık hikayedeki asıl amacının, “Batman’i doğru temellendirmek”ten ziyade, “Gotham’ı / ana kurguyu doğru temellendirmek” olduğu yönünde. Karanlık, boğucu, yozlaşmış, polisleri bile yasadışı hale gelmiş bir şehri tanıtmak, bu şehrin neden Batman’e ihtiyacı olduğunu göstermek için, merkeze Jim Gordon gibi sıradan bir insanı koymak, onun ve eşinin yaşadığı korkunç deneyimlerle, yine sıradan insanlar olan okuyuculara, Gotham’ın nasıl bir yer olduğunu göstermek, bence son derece makul bir fikir. 

Üstelik, daha büyük olan Gotham kurgusu içinde, sonuç olarak tek bir figür olan Batman’i merkeze koyup, sadece yazılan hikayeyi kurtarmaktansa, bütün Gotham’ı doğru kurgulayıp, daha sonraki hikayelerin içinde geçebileceği, geniş ve sınırsız olasılığa sahip olan bir şehri yaratmak, bu şehrin içinde sıradan bir insan olmanın duygusunu bir nebze yaşatmak, eserin de sadece Batman’in orijini ile alakalı olmaması için gayet mantıklı bir yaklaşım. Bunu, Miller tarafından yazılmamalarına karşın, Year One’ın yarattığı kurguyu kullanan pek çok Batman hikayesinin (Long Haloween, vs.) ne kadar başarılı olduğuna bakarak da görebilirsiniz. 

Ama tabi, bu dediklerimi abartılı bir şekilde de anlamamak gerekiyor. Bu sonuç olarak Batman’i sık sık gördüğümüz bir hikaye, ve ana karakter her ne kadar Gordon’un arkasında kalsa da, Year One bir Gotham Central falan gibi, Batman’in “cameo”larla yetindiği çizgi romanlardan da değil. Bu açıdan, “Amaan, Batman yoksa okumam ben” gibi tutumlara da girmemek gerekiyor; dediğim gibi, %40 Batman, %60 Gordon. 

Peki, Year One’ın zayıf noktaları var mı? 

catwoman

İnternetteki incelemelerin pek çoğu, bir fahişeyken Batman’den ilham alarak kahramanlığa başlayan Selina Kyle’ın, yani Catwoman’ın karakterizasyonunu eserin en zayıf noktası (hatta, düpedüz seksist bir yaklaşım) olarak eleştiriyor. Selina Kyle’ın normal şartlarda bir karakter olarak kendine saygısı düşünüldüğünde, bu eleştirilere katılmamak elde değil – ve DC yetkilileri de eserin bu yanının geliştirilebileceğini düşünmüş olacaklar ki, yalnızca bir buçuk sene sonra Catwoman’ın bir fahişe olması, farklı bir seride, bir “rol” olarak yeni bir açıklamaya kavuşuyor. 

Şu ana kadar yazdıklarımın, temel olarak Year One’ı zaten okumuş olan okuyucularımıza hitap edeceğinin farkındayım. Bu çalışmayı henüz okumamış olanlar için, şöyle bir soru sorarak yazıyı tamamlayalım: Batman Year One’ı okumalı mısınız? 

Biraz karışık bir cevap vereceğim – o yüzden kolay kısımları aradan çıkaralım. Eğer kendinizi bir Batman hayranı, Batman fan’ı, Batman geek’i olarak tanımlıyorsanız, Year One mutlaka okumuş olmanız gereken eserler arasında. Hatta şöyle söyleyeyim, eğer henüz Year One’ı okumadıysanız, Batman “fan”lığınız da çok ciddiye alınabilecek bir şey değil. 

Eğer öyle aşırı bir Batman hayranlığınız yoksa, Year One’ın yine de önemli bir çalışma olduğunu belirtmek gerekiyor. Çizgi romana yaklaşımımızı değiştiren eserlerden biri olarak gösterilebilecek Year One, belli bir çizgi roman kültürünün üzerinde olduğunu iddia eden her okuyucunun aşina olması gereken bir çalışma.

batman-year-one-epilogo

Fakat, kitabın sonuç olarak yirmi altı yıllık bir eser olduğunu unutmamak gerekiyor. Yıllar boyunca karanlık ve gerçekçi bir Batman figürüne aşina olarak büyüyen, Batman dendiği anda aklına “karanlık, karizmatik vs.” gibi sıfatlar gelen bir nesil için, Year One’ın bir zamanlar taşıdığı devrimci unsurlarının ne kadarını taşıyabileceği, ve bu doğrultuda, eseri bugün okuyan birini, çıktığı anda okuyan birine kıyasla ne derece etkileyebileceği, büyük bir soru işareti. 

Bu yüzden, Year One’ı okurken, bugünkü standartları ve Batman’i değil, dönemin koşullarını düşünerek okumanız, ve mümkünse, bu koşullara göre değerlendirmeniz daha sağlıklı bir yaklaşım olabilir – tabi bunların hiçbirisi, eserin artık kötü olduğu anlamına falan gelmemeli: Gotham’ı, Batman’i, Gordon’u, devrimciliği, hepsi bir yana, bu kitapla ilgili hatırlanması gereken çok temel iki şey var: David Mazzucchelli, ve kariyerinin belki de zirvesinde yer alan bir Frank Miller.